Ana içeriğe atla

Çetin Çakmakçı Resimlerinde Kent Ve Kentlilik Üzerine Birkaç Söz… / Ruhi KONAK


Kurgusal alanın genişletilmesiyle mümkün olan kent, evren denen büyük modeldeki kaosun, küçük kopyada ortadan kaldırılma girişimidir. Dolayısıyla kentlileşme insan zihninin hicrete yeltenmesi ve aklın evren hapishanesinden kurtulma çabasıdır.

Bu nedenle olsa gerek, tarih boyunca medeniyet olgusu kentli insanın vasıflarından sayılmıştır. Göçebe veya kırsal alanda meşgul görünenler ise çoğunlukla barbar, medeniyet dışı olarak algılatılmıştır.

Göçebenin barbarlığını doğallığına bağlayan zihne göre şiddet, göçebenin doğasıdır. Kentlinin şiddet eğilimi ise bir tasarımdır. Bu nedenle kentleşme veya kentlileşme aynı zamanda şiddetin doğasından kurtulup, şiddeti doğal olarak kullanabilme girişimidir.

Kent, organize edilmiş, her şeyin yerli yerine konulduğu veya buna ilişkin çabanın olduğu bir alandır.  Göçebe insanın, peşinde koştuğu kırsal tanrılar, üretimi elinde tutarken; kentli insan, tanrıların sömürücü tehditlerinden bağımsız kalıp, kendi tüketeceğini üretmek niyetindedir. Böylece mekânın boş kalan bölümlerinde kendini var edebilecektir.

Anlaşılacağı üzere kentlileşme,  mitik suskunluğun, bilimsel konuşkanlığa dönüşmesi;  insanın ve mekânın olgunlaşması sürecidir.

Evet!!!  Kent uzun bir zamandır insanın kendini sermaye, mülk ve yaşam donanımı açısından yerleşik olarak bilinçlendirdiği; rahat ve kendine yakışır olanaklar sağladığı bir alandır. Fakat insanın daraltılıp insan eliyle yok edildiği alan da kent olmuştur.
….
Medeniyetin gelişip olanak yaratma süreci, kentleşmeyi hızlandırırken diğer taraftan kentli yozlaşma, çarpık kentleşme gibi konular da birer birer gündemdeki yerini almıştır. Bu konu üzerine imgeler, düşünceler ve eserler oluşturulmuş; doğalın ve doğanın canlandırılması üzerine söylemeler geliştirilmiştir.

Çetin Çakmakçı, kent ve kırsal yaşama tanıklık ederek, bu durumu imgeleştiren ve tuvale aktarma olanağını bulan genç sanatçılardandır.  

Van doğumlu olan sanatçı, merkez taşra ilişkisi bağlamında kentleşme ve kentlileşme sürecinin canlı tanıklarından biridir. Sanatçı, kırsal alandaki yaşamsal kurgunun,  kentteki kurgusal yaşamla karşılaştırılması noktasında çok ciddi gözlem yapma olanağı bulmuştur.

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Anadolu kırsalında, efsanelerin uçsuz bucaksız kahramanı olarak hayalinin peşinden koşan Çakmakçı, şimdilerde bir dengbej naifliğiyle içselleştirdiği efsaneleri eserlerine taşımakta; Urartu’nun Tuşba’sından bakarak, günümüz Türkiye’sini hatta dünyasını eleştirmektedir.

Erken dönem eserlerinde, kırsal yaşam, göç, vb. konuları ele alıp, ilerleyen dönemlerde Anadolu kadını imgesini tuvaline taşıyan Çakmakçı, son dönem çalışmalarında çarpık kentleşme temasını ele almaktadır.

Sanatçı eserlerinde kentin kaosa sürüklenen mimarisi ve medeniyetin kendi tasarladığı şiddete karşı koyamadığı bağlamı tartışmaktadır. Ona göre kentleşme, kentlileşme sürecinde yer değiştiren medeniyet ve mülkiyet fikri artık başlangıçtaki anlamını yitirmiştir.

Modern bir hastalık olarak zirvesine ulaşan kentleşme ve kentlileşme, emperyalist bir geri kalmışlık, içe dönük bir dincilik, biçimsel bir gericilik dayatması ile sınıflar oluşturup, her türlü ikilemden kazanç elde etme yolu olmuştur.                                                      
                                          
Bu süreçte kentlileşenler, barbar olmaktan kurtulmuş ancak sermayenin nesnesi olduklarını görememişlerdir. Artık kimsenin umurunda değildir medeniyet!!! Kimsenin umurunda değildir göçebelik!!!  Kimsenin umurunda değildir insan!!!

Modernin çıkmazından türeyen postmodern bilinç,  biçimi sorunuyla birlikte kabul etmekten başka çare bulamamıştır.  Ona göre biçim kendi haliyle ele alınıp yorumlanmalıdır.   Eleştiri hiyerarşi oluşturma kusurundan arınıp, eldekini dönüştürme sürecini hareketlendirmelidir. Böylece suçluyu gizleme telaşı, adaleti sağlama işini göçebenin tanrısına bırakmıştır…
        
Çarpık şehir, umursamaz müteahhit ve doyumsuz insan bağlamı medeniyet bağlamını ötelemiştir.

Çakmakçı’nın resimlerinde de görüldüğü üzere, kentin bu günkü çarpık durumu, insanın bilinçli olarak tasarladığı şiddetin, hırsın ve güçlü olma telaşının dışavurumudur. Bu dışavurum post modern biçimi şekillendirmiş olsa da biçimin kaynağı hali hazırdaki çarpık çurpuk kentler ve vicdansız emellerdir… ve süreklilik arz etmektedir…

Çakmakçı resimlerinde ele aldığı çarpık kentleşme imgesini, Van depremi ve sonuçları bağlamıyla güçlendirmektedir. Kentin kaosla birleşen görüntüsü, depremin yıkıcı karanlığında iyice kirlenmiş; yıkımın çirkinliği insanı vicdanına terk etmiştir.  Çadırlarda toplanan insanların nezdinde… Yıkım yeniden kırsal yaşam ve göçebe hayat kurgusunu gündeme taşımıştır. Yani medeniyetin katlarına sığınan insan, kendini kötü müteahhitliğin çukurunda bulmuştur.

Kentin yerleşik hayat imgesini, göçebe kentli imgesine dönüştüren doğaya karşı, İNSAN VİCDANINDAKİ GÖÇEBEDEN KURTULMALIDIR. Ya da göçebeyi vicdanıyla tanımlayarak hakkını temsil etmelidir.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gülten Akın’ın “Sonra İşte Yaşlandım”ı üzerinden: Susku / Fatih Çodur

“Bir roman kadar uzun bu tümce, -sonra işte yaşlandım…”  Gülten Akın, “Sonra İşte Yaşlandım” kitabına yukarıdaki dizelerle başlıyor. Yani “kısa şiir/...”lerin “bir’incisiyle. Öyle gözüküyor ki bu sesli ifade (sonra işte yaşlandım), daha en baştan kitabın bütününde kullanılacak yöntemin sunumunu yapıyor okuyucuya. “Sizlere birkaç tümcelik adımlarla, çok bir yol aldıracağım” deniliyor. Çok sesli ifadelerle birer monolog-şiiryaratılacak kanısı veriliyor. Elbette konu bütünlüğünün bozulmaması için şu açıklamayı yapmamız gerekir. Şiirin başlı başına bir monolog olduğu düşünülebilir. Onun, bir dışa vurumdan farklı olarak, bir iç konuşma olduğu gerçekliği yadsınamaz. Fakat kendi havzasında oluşturduğu özgün dil nedeniyle monolog’dan semantik bakımdan da ayrılır. Bundan dolayı, kitaptaki bu yaklaşım biçimini şöyle ifade etmemiz daha doğru olacaktır:  Yazıda “sonra işte yaşlandım” dize’sinin, ‘dizecik’ kelimesiyle ifadelendirilmesinin sebebi, kitaptaki “kısa şiir/…”leri ...

2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ…

   2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ… Sanatçıçalışıyor tarafında düzenlenen 2. Minyatür Çalıştayı, Kocaeli Karamürsel ve Yalova Altınova’da yirmi sanatçının katılımı ile gerçekleştirildi. Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen çalıştay, Doç. Ruhi Konak başkanlığında projelendirilerek gerçekleştirildi.             22 Ağustos 2002 pazartesi günü saat 09.00’da Karamürsel Öğretmenevi etkinlik salonunda başlayan çalıştay, aynı gün 18.00’da Yalova Elgelsiz Sanat Galesi’nde açılışı Vali Muammer Erol, Emniyet Müdürü Göksel Topaloğlu ve İl Kültür Müdürü Şeref Tali’nin katılımıyla yapılan ‘Işılay Konak Kişisel Restorasyon Sergisi’ ve ‘Mine Dilber Kişisel Tezhip Sergisi’ ile devam etti. 23 Ağustos 2002 tarihlerinde Karamürsel Öğretmen evinde devam eden çalıştay 24 Ağustos 2022 çarşamba günü Altınova Belediyesi Hersek Lagünü Kuş Gözlemevi’nde gerçekleştirildi. Sabah Gözlem...

Güzelliği Bağışlayan / Damla Nur AKKİRPİ

Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Beni koruyan peygamberin omzuna yaslanıp zamanı seyrediyorum. Tam da bu zamanlar kadınlık çağım görmediğiniz, ışıklı suda bekleyen o çocukları ben doğuracağım. Bağışlayın ama benim de güzelliğim var. Çocukluğumdan attığınız top canımı kırdı, Bana bir can borcunuz var. Gerekirse toplayın pılımı pırtımı başka şehire gönderin beni. Can kırıkları olmayan bir şehire, kanımdan kesik götüreceğim. Ben ki bir peygamber ümmetiyim, benim en korunaklı yanım peygamberim. İnanmayacaksınız ama benim de güzelliğim var. Ellerimde açan deniz, çiçeklerden erken getiriyor baharı. Ben şimdi bir doğu, bir batı kanadıyım yaşamın. Dünyanın yuvarlak oluşundan evrilen, harita kadar derin bir noktayım peygamberlerin yüzünde. Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Şu çirkin yağmurunu sileyim gözlerimin bir de bana öyle bakın, peygamber gözüyle. Dudaklarımdaki ilahiyi sessizliğimden tadın. Bağışlayın, bağışlayın ama benim de ...