Kurgusal alanın genişletilmesiyle
mümkün olan kent, evren denen büyük modeldeki kaosun, küçük kopyada ortadan
kaldırılma girişimidir. Dolayısıyla kentlileşme insan zihninin hicrete
yeltenmesi ve aklın evren hapishanesinden kurtulma çabasıdır.
Bu nedenle olsa gerek, tarih boyunca
medeniyet olgusu kentli insanın vasıflarından sayılmıştır. Göçebe veya kırsal alanda meşgul görünenler
ise çoğunlukla barbar, medeniyet dışı olarak algılatılmıştır.
Göçebenin barbarlığını doğallığına
bağlayan zihne göre şiddet, göçebenin doğasıdır. Kentlinin şiddet eğilimi ise bir
tasarımdır. Bu
nedenle kentleşme veya kentlileşme aynı zamanda şiddetin doğasından kurtulup,
şiddeti doğal olarak kullanabilme girişimidir.
Kent, organize edilmiş, her şeyin yerli
yerine konulduğu veya buna ilişkin çabanın olduğu bir alandır. Göçebe insanın, peşinde koştuğu kırsal
tanrılar, üretimi elinde tutarken; kentli insan, tanrıların sömürücü
tehditlerinden bağımsız kalıp, kendi tüketeceğini üretmek niyetindedir. Böylece mekânın boş kalan bölümlerinde
kendini var edebilecektir.
Anlaşılacağı üzere kentlileşme, mitik suskunluğun, bilimsel konuşkanlığa
dönüşmesi; insanın ve mekânın
olgunlaşması sürecidir.
Evet!!! Kent uzun bir zamandır insanın kendini sermaye,
mülk ve yaşam donanımı açısından yerleşik olarak bilinçlendirdiği; rahat ve
kendine yakışır olanaklar sağladığı bir alandır. Fakat insanın daraltılıp insan eliyle yok
edildiği alan da kent olmuştur.
….
Medeniyetin gelişip olanak yaratma
süreci, kentleşmeyi hızlandırırken diğer taraftan kentli yozlaşma, çarpık
kentleşme gibi konular da birer birer gündemdeki yerini almıştır. Bu konu
üzerine imgeler, düşünceler ve eserler oluşturulmuş; doğalın ve doğanın
canlandırılması üzerine söylemeler geliştirilmiştir.
Çetin Çakmakçı, kent ve kırsal
yaşama tanıklık ederek, bu durumu imgeleştiren ve tuvale aktarma olanağını
bulan genç sanatçılardandır.
Van doğumlu olan sanatçı, merkez
taşra ilişkisi bağlamında kentleşme ve kentlileşme sürecinin canlı
tanıklarından biridir. Sanatçı, kırsal alandaki yaşamsal kurgunun, kentteki kurgusal yaşamla karşılaştırılması
noktasında çok ciddi gözlem yapma olanağı bulmuştur.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında
Anadolu kırsalında, efsanelerin uçsuz bucaksız kahramanı olarak hayalinin
peşinden koşan Çakmakçı, şimdilerde bir dengbej naifliğiyle içselleştirdiği
efsaneleri eserlerine taşımakta; Urartu’nun Tuşba’sından bakarak, günümüz Türkiye’sini
hatta dünyasını eleştirmektedir.
Erken dönem eserlerinde, kırsal yaşam,
göç, vb. konuları ele alıp, ilerleyen dönemlerde Anadolu kadını imgesini tuvaline
taşıyan Çakmakçı, son dönem çalışmalarında çarpık kentleşme temasını ele
almaktadır.
Sanatçı eserlerinde kentin kaosa
sürüklenen mimarisi ve medeniyetin kendi tasarladığı şiddete karşı koyamadığı
bağlamı tartışmaktadır. Ona göre kentleşme, kentlileşme sürecinde yer
değiştiren medeniyet ve mülkiyet fikri artık başlangıçtaki anlamını yitirmiştir.
Modern bir hastalık olarak
zirvesine ulaşan kentleşme ve kentlileşme, emperyalist bir geri kalmışlık, içe dönük
bir dincilik, biçimsel bir gericilik dayatması ile sınıflar oluşturup, her
türlü ikilemden kazanç elde etme yolu olmuştur.
Bu süreçte kentlileşenler, barbar
olmaktan kurtulmuş ancak sermayenin nesnesi olduklarını görememişlerdir. Artık kimsenin
umurunda değildir medeniyet!!! Kimsenin umurunda
değildir göçebelik!!! Kimsenin umurunda değildir insan!!!
Modernin çıkmazından türeyen
postmodern bilinç, biçimi sorunuyla
birlikte kabul etmekten başka çare bulamamıştır. Ona göre biçim kendi haliyle ele alınıp
yorumlanmalıdır. Eleştiri hiyerarşi
oluşturma kusurundan arınıp, eldekini dönüştürme sürecini hareketlendirmelidir. Böylece suçluyu gizleme telaşı, adaleti sağlama
işini göçebenin tanrısına bırakmıştır…
Çarpık şehir, umursamaz müteahhit
ve doyumsuz insan bağlamı medeniyet bağlamını ötelemiştir.
Çakmakçı’nın resimlerinde de görüldüğü üzere,
kentin bu günkü çarpık durumu, insanın bilinçli olarak tasarladığı şiddetin,
hırsın ve güçlü olma telaşının dışavurumudur. Bu dışavurum post modern biçimi
şekillendirmiş olsa da biçimin kaynağı hali hazırdaki çarpık çurpuk kentler ve
vicdansız emellerdir… ve süreklilik arz etmektedir…
Çakmakçı resimlerinde ele aldığı
çarpık kentleşme imgesini, Van depremi ve sonuçları bağlamıyla güçlendirmektedir.
Kentin kaosla birleşen görüntüsü, depremin yıkıcı karanlığında iyice kirlenmiş;
yıkımın çirkinliği insanı vicdanına terk etmiştir. Çadırlarda toplanan insanların nezdinde… Yıkım
yeniden kırsal yaşam ve göçebe hayat kurgusunu gündeme taşımıştır. Yani medeniyetin
katlarına sığınan insan, kendini kötü müteahhitliğin çukurunda bulmuştur.
Kentin
yerleşik hayat imgesini, göçebe kentli imgesine dönüştüren doğaya karşı, İNSAN VİCDANINDAKİ
GÖÇEBEDEN KURTULMALIDIR. Ya da göçebeyi vicdanıyla tanımlayarak
hakkını temsil etmelidir.
Yorumlar
Yorum Gönder