23-25 Eylül tarihleri arasında Pendik Belediyesinin düzenlediği “12. Uluslararası Geleneksel Sanatçılar Buluşması” kapsamında gerçekleştirilen ‘Minyatürde Yüzleşme Sempozyumu & Sergisi’ne davetli sanatçı ve konuşmacı olarak katıldım. Sempozyum, ülkemizde gerçekleştirilen ilk minyatür sanatı sempozyumu olması açısından (en azından benim için) önemliydi. Prof. Dr. Nurhan Atasoy’un açılış konuşmasından sonra Prof. Dr. Selçuk Mülayim ve Prof. Sitare Turan Bakır’ın oturum başkanlığı yaptığı sempozyumda, minyatürlerin yazı/konu resim ilişkisi açısından irdelendiği bir kısım bildirinin yanı sıra, Türk minyatür sanatında biçim, tasarım ve sanat felsefesi bağlamında bildiriler sunuldu. Sempozyum ve sergi organizasyonunun kusursuzluğu takdire şayandı. Pendik Belediye Başkanı Dr. Kenan Şahin’e, minyatür sanatçısı Taner Alakuş’a, Ceylan Harmancı’ya ve emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Türkiye’de
sanatçı olmak kolay iş değildir. Çünkü bizde sanat öncelikle ideolojik bir enstrümandır.
Bu durum, üst akıl tarafından tasarlanmış olsa da sanatçı açısından
tehlikelidir. Zira ideoloji temelli üretimde sanatçı yoktur, ideolog vardır. Bu
nedenle de Türkiye’de, eserden önce sanatçının kimliği ve aidiyet rolleri
dikkat çeker ve bu durum, geleneksel ve modern olmak üzere iki farklı sanat
eseri ve sanatçı tanımını beraberinde getirir. Geleneksel sanatçı, her iki
tanımı da kabule yönelse de modern sanatçı onu ve eserini kendi düzleminde
düşünmez. Çünkü ona göre geleneksel sanat eseri, öğretilmiş sanat kuramları ve kurallarının
önerdiği bağlama girmez: Biçim özellikleri açısından batı dilini reddeder ve
süslemeci özellikleri sadece kalıpçı yaklaşıma imkân verir. Hatta geleneksel sanatçı,
dindardır ve yaratıcılık açısından zayıflık gösterir. Fakat bu sözleri kullanan
biri geleneksel sanata veya en azından minyatüre karşı büyük bir ön yargıyla
yaklaşmaktadır. Minyatürün biçim özellikleri ve tasarım süreçleri hakkında
herhangi bir bilgisi olmamasına rağmen, çok bilmek isteği onu yanıltmaktadır.
Bu önyargının oluşmasında “Geleneksel sanatçının ideolog kadar suçu yoktur.”
demek mümkün müdür? Mümkün değildir elbette. Bu düşüncenin oluşmasında o da
fazlasıyla suçludur.
Geleneksel
sanatların neden sanat olduğu üzerine fikir belirtilmesi için entelektüel
ortamların hazırlanması, bilgi ve belgelerin çözümlenip sentezlenmesi gerekir. Fakat
ülkemizde bu yönde girişimler, sürekli sanat tarihi ve fıkıh açısından gerçekleştirilmiş;
sanatçıya Osmanlı sanatçısı ve dindar Müslümanın model gösterilmesi dışında
çıkış noktası önerilememiştir. Bu yapılırken de dindar Osmanlı sanatçısının
sanatçılığı hakkında ciddi bir fikir üretilememiştir. Zira bu bağlamda
geliştirilen düşünce doğrultusunda Osmanlı sanatçısı sarayın emrinde bir
işçidir; sarayın verdiği konuyu hamisinin beğenisi doğrultusunda yüzeye aktaran
kişidir. Oysa en azından üslupların çeşitliliğine dikkat edilerek, konu üretimi
dışında, sanatçının kendini ifade etme olanaklarını araştırdığı üzerinde de durulabilir…
“Minyatürde
Yüzleşme Sempozyumu’na davet edildiğimde sırf sempozyumun isminden dolayı
heyecanlandım. Minyatür sanatının problemlerinin tartışılacağı, sanat tarihi
çalışmaları bağlamında oluşturulan birikimin minyatür sanatı açısından nasıl
değerlendirilmesi gerektiği hususunda fikir belirtileceği, tasarım, felsefe, vb.
açısından yeni ürünlerin nasıl yönleneceği üzerine tartışmalar olacağını hayal
ettim. Ancak bu yönde bir ortamda buluşmak için henüz erken olduğu kanaatiyle
salondan ayrıldım.
Sempozyumda
elli yıl önce ileri sürülmüş görüşlerin, güncel şemada tutarsız kalsa da mutlak
fikir olarak benimsenmiş olması dikkate değerdi. Zira konuşmalar içinde geçen
bazı tanımlar, sanat tarihi çalışmaları bağlamında oluşan muazzam birikimin
sentezlenemediği, bu nedenle de doğru bilgi üretilemediği kanaati oluşturdu.
Örneğin minyatürün kitap resmi olduğundan, İslam’da resim yasağı sorunu bağlamında
biçimlendiğinden, Osmanlı minyatüründen vaz geçilmemesi gerektiğinden ve bu
bağlamda geleneğin terk edilmemesinin öneminden bahsedildi, vs.. Aşağıda bu
değinmelerden söz açacağım elbette. Fakat söylenenler noktasından baktığımızda
minyatür sanatının güncel şemada önünün kapatıldığını ve hatta Türkiye minyatür
sanatı bağlamının oluşması düşüncesinin ötelendiğini anlamak oldukça kolaydı.
Minyatür
sadece bir kitap sanatı değildir. Her türlü malzemede görülmesi açısından dikkate
alındığında bu tanım eksiktir. Seramik yüzeylerde, deride, madende, dokumada,
duvarda, vb. farklı malzemede karşımıza çıkan çok sayıda minyatürden söz
edilebilir. Bu nedenle minyatür farklı malzeme ve yüzeylerde karşımıza çıkmakla
birlikte kitap resimleme işinde de kullanılmıştır, denilebilir.
Bana
kalırsa minyatür, resim sanatında bir akımdır. Minyatür tarzında resimler, kitabın
içinde olmalarından dolayı değil minyatür sanatçısının dünya tasavvuru ve ifade
şekliyle özellik kazanır. Dolayısıyla minyatür, kitap resmi olması bakımından
değil biçim özellikleri açısından tanımlanmalıdır.
Minyatür
sanatının kaynaklarına ilişkin birçok yayın mevcuttur. Ancak kaynakların
tasnifini, din adamları ve sanat tarihçiler açısından iki şekilde yapmak
mümkündür. Birinci gruba göre minyatürde biçim, İslam öncesi kaynaklardan
etkilenmeyle oluşmuştur. Diğer gruba göreyse biçimin oluşumunu İslam’da tasvir
yasağı tartışmaları yönlendirmiştir. Minyatürde
biçim, İslam öncesi kaynaklardan etkilenmeyle oluşmuşsa İslam’da tasvir yasağı
sorununun biçimin oluşumuyla ilişkisi nedir (?) sorusunu sormadan
geçemeyeceğim.
İslam’da tasvir yasağı görüşünü onaylayan din adamları ve sanat tarihçilerin birçok yayında belirttiği üzere, “Müslüman sanatçının tasvirleri: ruh sahibi (canlı) olmayan ağaç, dağ, ova gibi manzaralar, canlıların bütünü değil el, ayak, göz gibi tek başına yaşayamayacak olan organları ve başsız figürlerden ibaret olmalıdır.” Konu bu açıdan ele alındığında minyatür sanatçısının öncelikle manzara ressamlığına yönelmesi ve figürlerin yukarıda belirtilen şekilde tasarlanması gerekir. Oysa minyatürlere bakıldığında, bu yönde bir biçimin varlığından söz edilemez. Zira minyatür bir manzara resmi olmaktan çok figüratif resimdir ve minyatürlerde karşılaştığımız figürler, tasvir yasağı tartışmaları sırasında önerilen biçim ile benzeşmemektedir. Diğer taraftan söz konusu yönde bir bilinç belirtmek için biçimin İslam dünyasında ortaya çıkıp geliştiği yönünde delillere ihtiyaç vardır. Ve bu yöndeki bulgular ise İslam öncesi dönemlere ait Türk sanatına gönderme yapmaktadır. Dolayısıyla minyatürlerdeki biçimin, İslam âlimleri tarafından şekillendirildiğini söylemek mevcut bulgular açısından mümkün değildir.
Yukarıda bahsedilenlerden yola çıkarak Türklerin İslam öncesi dönemlerine ait resmin, İslam anlayışına uygunluğundan dolayı Müslüman sanatçılar tarafından benimsendiği yönünde de fikir belirtilebilir. Ancak İslam öncesinden taşınan biçimin, tercih edilmiş biçim olduğu iddiası da fazla tutarlı değildir. Zira Türkler kanalıyla gelen biçim, tercih edilebilirliği dışında Türklerin güncel resim sanatını temsil etmesi bakımından, doğal olarak İslam sanat ortamında varlık göstermiştir. Böylece Türkler İslamlaşıp, İslam toplumunda rol üstlenmeye başladıkça güncel sanatları da İslam toplumunun sanatı olarak adlanmıştır. Bu bağlamda minyatür sanatı İslam sanatı olarak tanımlanmadan önce bir Türk sanatıdır ve bu nedenle tasarım dili açısından öncelikle Türk düşüncesi ve sanat felsefesini yansıtmaktadır. İslam dünyasında yaygınlaşmasıyla birlikte bu dil İslam toplumunun diliyle bütünleşerek İslami bir hüviyet kazanmıştır.
İslam’da tasvir yasağı görüşünü onaylayan din adamları ve sanat tarihçilerin birçok yayında belirttiği üzere, “Müslüman sanatçının tasvirleri: ruh sahibi (canlı) olmayan ağaç, dağ, ova gibi manzaralar, canlıların bütünü değil el, ayak, göz gibi tek başına yaşayamayacak olan organları ve başsız figürlerden ibaret olmalıdır.” Konu bu açıdan ele alındığında minyatür sanatçısının öncelikle manzara ressamlığına yönelmesi ve figürlerin yukarıda belirtilen şekilde tasarlanması gerekir. Oysa minyatürlere bakıldığında, bu yönde bir biçimin varlığından söz edilemez. Zira minyatür bir manzara resmi olmaktan çok figüratif resimdir ve minyatürlerde karşılaştığımız figürler, tasvir yasağı tartışmaları sırasında önerilen biçim ile benzeşmemektedir. Diğer taraftan söz konusu yönde bir bilinç belirtmek için biçimin İslam dünyasında ortaya çıkıp geliştiği yönünde delillere ihtiyaç vardır. Ve bu yöndeki bulgular ise İslam öncesi dönemlere ait Türk sanatına gönderme yapmaktadır. Dolayısıyla minyatürlerdeki biçimin, İslam âlimleri tarafından şekillendirildiğini söylemek mevcut bulgular açısından mümkün değildir.
Yukarıda bahsedilenlerden yola çıkarak Türklerin İslam öncesi dönemlerine ait resmin, İslam anlayışına uygunluğundan dolayı Müslüman sanatçılar tarafından benimsendiği yönünde de fikir belirtilebilir. Ancak İslam öncesinden taşınan biçimin, tercih edilmiş biçim olduğu iddiası da fazla tutarlı değildir. Zira Türkler kanalıyla gelen biçim, tercih edilebilirliği dışında Türklerin güncel resim sanatını temsil etmesi bakımından, doğal olarak İslam sanat ortamında varlık göstermiştir. Böylece Türkler İslamlaşıp, İslam toplumunda rol üstlenmeye başladıkça güncel sanatları da İslam toplumunun sanatı olarak adlanmıştır. Bu bağlamda minyatür sanatı İslam sanatı olarak tanımlanmadan önce bir Türk sanatıdır ve bu nedenle tasarım dili açısından öncelikle Türk düşüncesi ve sanat felsefesini yansıtmaktadır. İslam dünyasında yaygınlaşmasıyla birlikte bu dil İslam toplumunun diliyle bütünleşerek İslami bir hüviyet kazanmıştır.
Sempozyumda
sunulan bildirilerin birkaçında da yine tekrarlandığı gibi minyatür sanatı
hakkındaki incelemeler, ağırlıklı olarak konu açısından yürütülmüştür. Minyatürler
çoğu zaman Türk İslam tarihini belgeleme özelliği dışında farklı bir yönden
incelenememiş; tasvir edilen olayların tespiti resmin/biçimin nedenselliğinin
anlaşılması açısından yeterli bulunmuştur. Elbette minyatürlerin çözümlenmesi
için konunun çok iyi anlaşılması ve metnin doğru okunması gerekir. Ancak sözü
söyleyenin, minyatüre nasıl baktığı da bilinmelidir. Bu durum minyatür sanatçısı
açısından ele alındığında, öncelikli tasarım unsuru konu değildir. Konu biçimin
yönlendiricisidir elbette. Fakat konu belirlenmeden de minyatürün bir biçimi
vardır. Biçim, konuyu sınırlandırır veya daraltır; betimlemeyi kendi
koşullarına göre ölçeklendirir. Bu nedenle minyatürde biçimin anlaşılması
açısından konu ne kadar işe yarasa da konuya odaklanmak, biçimin anlaşılmasının
önündeki en büyük engeldir.
Kısacası
konunun, genel anlamda, eserin sanatla bağını kurduğu iddia edilemez. Konu,
biçimi organize ettiği kadar, biçimi sanat dışına iten ve öz açısından
muğlaklaştıran elemandır da. Zira konunun tarihi veya edebi olmasına ilişkin
kaygı biçimin önüne geçtiği durumda, araştırmacıyı ve sanatçıyı sınırlandırır. Bu
sınır doğrultusunda olaya sanat tarihi açısından bakmak bir yana, tarih
açısından bakıp sanat açısından bakmamak çabası dikkat çeker. Bu noktada sanat
tarihi açısından minyatür, Türk İslam tarihinin görsel atlası görevini
üstlenmiş arşiv niteliğindendir. Peki, bu durumda sanatçı nerededir? Sanat çabası,
üslubu, özgünlük arayışı, yaratıcı fikri nedir? Eserin sanatsallığı neyle
ölçülecektir. Çoğu yayında ele alındığı üzere işçilik, süsleme ve renk
özellikleri sanatsal arka planı açıklamaya yeterli midir? Değildir elbette. Çünkü
tasarımın kendi nedenselliği sadece konu ve el açısından irdelenemez. Özün bir
tür geometrisi olarak karşımıza çıkan biçim, kendi salt haliyle araştırılıp
ifade edilmediği sürece minyatürün ne olduğu anlaşılamayacak, kitap resmi
olmaktan kurtulamayacaktır. Oysa minyatür kitap resmi olmaktan daha nitelikli
ve birçok açıdan da batı resminden daha güçlü bir biçime sahiptir.
Sempozyuma
katılan konuşmacılardan biri Osmanlı minyatüründen vaz geçilmemesi gerektiğini,
bunun çok önemli olduğundan bahsetti. Hatta minyatürün dini resim olduğunu ve
bu bağlamda geleneğin terk edilmemesinin önemini belirtti… Mevcut ortamda
Osmanlı minyatürünün biçim özellikleri detay açısından yeterince tanımlanmış
değildir. Minyatürler işçilik ve süsleme özellikleri açısından
sınıflandırılarak İran minyatürü, Osmanlı minyatürü, Hint minyatürü tanımları
oluşturulmuştur. İşçilikler inceldikçe ve süsleme özellikleri arttıkça İran
minyatürü, bu özellikler azaldıkça Osmanlı minyatürü tanımı ön plana
alınmıştır. Oysa bu tür bir tanım
biçimin anlaşılmadığı anlamına gelmektedir. İşçilik ve renk biçimin tanımı
açısından yeterli birer kanıt değildir. Tasarımın ilkelerine bakılmaksızın, gerçeklik
anlayışı dikkate alınmaksızın, sanatçı öznenin tanımı yapılmaksızın biçimin
doğru değerlendirilmesi mümkün değildir. Aksi takdirde minyatürü andıran her
boyama, eser sanılacaktır. Bu açıdan sırf işçilik ve süslemeci özellikleri
dikkate alarak Osmanlı minyatürüne gönderme yapıyor olmak, yeteneği sınırlandırarak
iş görmek anlamına gelecektir. Oysa hiç dikkat çekilmemesine veya yanlış
anlaşılmasına rağmen, Osmanlı minyatürleri, doğu dünyasının üretemediği kadar
çok yeni fikir ve öncü tasarım barındırır. Osmanlıya bakılacaksa öncelikle bu
tasarım fikirlerinin irdelenmesi gerekir. Bu gereklilik de konuya entelektüel
bir kaygıyla yaklaşmayı koşul kılar.
Geldiğimiz
aşamada Minyatürde Yüzleşme Sergisi’nden bahsedilmesi güncel önerilerin biçime
etkisinin eleştirisi açısından önemlidir. Türkiye minyatür sanatı, ifade
açısından çağdaşa yönelen, içerik açısından geleneksel kalan bir yapıdadır; her
türlü müdahaleye rağmen, yeni üslupların ortaya çıkması noktasında karmaşık
fakat karamsar olmayan bir süreci yaşamaktadır. Bu süreçte Osmanlı sanatı ile
geleneksel bağlarını koruma güdüsüyle yönlendirilmiş olsa da minyatür
sanatçısı, güncel düşünce ve diğer sanat dallarının etkilerine açıktır. Zira
modern Türkiye’de yaşayan geleneksel sanatçı, on altıncı veya on sekizinci
yüzyıl Osmanlı bireyinin kaygılarını taşımamaktadır. Günümüz sanatçısı, Osmanlı
sanatçısına göre daha realist düşünerek metafizik uzamın içinde ve dışında eşit
şekilde bulunma gayretindedir. Bu nedenle günümüz minyatür sanatçısının Osmanlı
minyatür sanatçısıyla aynı doğrultuda düşünmesi olanak dâhilinde değildir.
Günümüz sanatçısı biçimin temel ilkelerini bilmek koşuluyla yeni eserler üretecek
ve bu yeni dönem eserler, sanatçının biçimi özle ilişkilendirmesine bağlı
olarak başarılı veya başarısız sayılabilecektir.
Konu
yukarıda tartışılanlar açsından ele alındığında kırk bir çağdaş minyatür
sanatçısının eserlerinden oluşan “Minyatürde Yüzleşme Sergisi”, bütün bu sorunsalın açık seçik izlendiği
örnekleri barındırması açsından çok önemli bir sergiydi. Çoğunluğu Taner Alakuş
atölyesinde ders almış sanatçıların eserlerinden oluşan sergide, günümüz
minyatür sanatının iyi örnekleri sergilenmişti. Sergide, Türkiye minyatür sanatı bağlamında
her üslubun temsil edilememesi bir olumsuzluk olarak görülse de Taner Alakuş
atölyesi bağlamında kalan yirmi dokuz eser, Alakuş üslubunun detaylı olarak gözlemlenmesi
açısından önemliydi. Bu atölye dışında kalarak Nusret Çolpan, Ülker Erke, Ruhi
Konak, Filiz Adıgüzel Toprak atölyelerini temsil eden eserler ise kümülatif
değerlendirmeye olanak tanıması açsından dikkate değerdi.

Sergide
yer alan eserler teker teker ele alınıp incelendiğinde bazı çalışmalar
eksikleri açısından eleştirilebilir. Fakat genel olarak bakıldığında, Taner
Alakuş Minyatür Atölyesi’nin yönlendirdiği minyatürlerin, sürekli bir arayış
içinde olduğu: Tasarım, işçilik ve konuları bakımından dikkat çeken eserlerin
merkezdeki üslubun izlerini güçlü bir şekilde yansıttığı ve Alakuş üslubunun birkaç
genç sanatçı bağlamında kendi içinde çeşitlenmeye başladığı da söylenebilir
(foto.2). Bu durum, atölyenin deneysel anlamda yürüttüğü çabanın işe yaradığını
göstermesi ve üslubun güncel dönem sonrasına çeşitlenerek taşınacağını
müjdelemesi açsından önemlidir.
![]() |
Leyla Kara, Başka Zamanların Masalı |
Sergide
dikkat çeken bir grup eser kavramsal gönderme yapmaları bakımından, farklı
arayışlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu tarz eserlerin, minyatür olma
özelliklerini kaybetmeye meyilli olsalar da, minyatürün biçim anlayışının yönlendirdiği
özgün eserlerin ortaya çıkmasında öncü rolü oynayacakları kanaatindeyim…
Alakuş
atölyesi dışındaki sanatçıların eserleri, güncel dönem arayışlarının farklı
üsluplar bağlamında izlenmesine olanak sağlaması açısından dikkate değerdi.
Geleneksel olanla, çağdaş ortam etkilerinin sentezlendiği bu eserler de diğer
örneklerde olduğu gibi deneysel yaklaşım açısından başarılı ve dönemi temsil
etmeleri açısından tutarlıydılar.![]() |
Filiz Adıgüzel Toprak ve Eseri |
Yukarıda tartışılanlardan anlaşılacağı üzere, minyatür konusundaki araştırmalar, belge ve bilgi okumalarının yanı sıra bilginin sentezlendiği, biçimin salt eleştirisinin yapıldığı, güncel şemayı anlamlandıran önerilerin geliştirildiği bir niteliğe kavuşmalıdır. Aksi takdirde geleneksel sanatlarda, kronoloji dışı bir sanat fikri oluşmayacaktır. Tarihi akış, sanat ve felsefeden kopuk izlendiği sürece geleneksel Türk sanatları anlaşılamayacak; sanat tarihçi ile sanatçı anlaşamayacaktır.
Sergideki
eserlerden yola çıkarak Türkiye minyatür sanatında belirli üslupların oluşmaya
başladığı söylenebilir. Bu bağlamda deneysel yaklaşımlar dönem üsluplarının
oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlaması açısından önemlidir. Ancak üslup oluşturma
çabası bağlamında her minyatür tasarımında, biçimin özü sürekli sorgulanması ve
doğru tanımlanan detayların özü yıpratmadan ve geleneği örselemeden tasarımı
yönlendirmesi gerektiği unutulmamalıdır. Burada bahsi edilen gelenek, sadece
Osmanlı minyatür sanatı ile sınırlandırılmadığı gibi öz de sadece biçimsellik
açısından temsil edilemez elbette…
IHLAMUR DERGİSİ ARALIK 2016/49. SAYIDA YAYINLANMIŞTIR.
IHLAMUR DERGİSİ ARALIK 2016/49. SAYIDA YAYINLANMIŞTIR.
Yorumlar
Yorum Gönder