Ana içeriğe atla

KADININ EVVEL ZAMAN SUSKUNLUĞU VE ALİ DÜZGÜN RESİMLERİ ÜZERİNE / Ruhi KONAK


Üremenin cinsellikle ilişkisi hakkında bilgisi olmayan ilkel insan, yaşamın kaynağı hakkında bilinçsizdir. Nereden geldiğini bilemediği gibi nereye gideceğini de bilemez. Bu muammadan kurtulmak için doğadan yansıyana özdeş fikirler üretir: Ona göre yaşam, bilinçli ruh ve yetenekli bedenin çatıştığı biçimdir.
Ruh, sürekliliği doğayla buluşturan bilinçtir. Beden, üretkenliği ve yeteneğiyle ruha rahim doğa ve her koşulda dişi olan maddedir. Eril ise – üremeye katkısı bilinmediği için- evrenin kustuğu uçarı bir tutsaktır: Doğası ve doğrusu kendiyle sınırlı, bütünden kopuk, meçhul bir geleceğin komasıdır.
İlkel insanın ruh ve madde ikileminde anlamlandırdığı bu varlık metamorfozu, erili yalnızlığa itmiştir. Bu öyküsüz ve tarihsiz bağlamda, güçlü ve yetenekli anaerkil bedene karşı eril beden güçsüz, varlığı nedensiz ve doğa dışıdır.
Erilin doğaya eklenmesi yaratılış efsaneleri ile gerçekleşir.

Ruhun kaynaksız, erilin nedensiz gezindiği aşamada dişiyi doğayla özdeşleştiren akıl, bu kez erili ruhla özdeşleştirir: İlkel ruh, yaratıcı unsur olarak kaosun dışa vurduğu bilinç, biçimlendirici ve tanrıdır. Doğa ise bu bilinçle aydınlanarak yeteneği açığa çıkan madde yani tanrıçadır.
Bu yapıda arka planda bırakılan mutlak unsur biçimi, bilinç ve maddenin ayrıştığı zıtlık ve bu zıtlığa bağlı sentezde gizler. Bu düzenekte yer olmaya meyyal bir madde, gök olmaya meyyal bir bilinç vardır. Nicel olarak bitişik, nitel olarak uzak bu iki yaratık birbirine muhtaç ve birbirine düşmandır. Bu düşmanlıktan ötürü mitin başlangıcından buyana gök kutsal, yer tutsaktır. Göğe bakanlar kurtuluşa, yere bakanlar tutsaklığa ramdır.
O halde doğanın bilince karşı yenik düştüğü ilk öyküden bu yana kadın, erkeğin önerdiği hiyerarşide mahcup ve maruzdur: Erkeğe göre, doğası yer olanın doğrusu gökten gelmektedir. Oysa gökle özdeşleşip yere mahkum ettiğine karşı iktidar kurma girişimi, erkeğin önyargısıdır. Bu önyargıyla erilin kişisizleştirmeye çalıştığı kadın, iki çeşit soyut-lan-ma isteğine yönelir: Susmak ya da erile özdeşleşmek.
Kadının evvel zamandan bugüne süregelen trajedisi birçok söz, söylem, hareket ve sanat eseriyle eleştirilmiştir. Günümüz sanatçılarından Ali Düzgün’ün[1] resimleri de bu bağlamı eleştiren nitelikli eserlerdir. Sanatçı resimlerinde, geleneksel bağlamdan modern yaşama, tarih, toplum, din, töre ve ideolojilerin eril bir dille biçimlendirdiği kadından söz etmekte; kadınının itildiği yalnızlığı, ifadeci bir üslupla eleştirmektedir. 
Biçim, ifade, teknik özellikler açısından oldukça başarılı olan sanatçı, mekanları, alttan üste doğru “V” şeklinde dikey gelişen diyagonal alanlar, yatay gelişen dağlar ve bulutlu gökyüzü olmak üzere iki aşamada düzenlemekte; figürleri “V”  formuna uygun olarak, gruplar halinde ayakta veya oturur şekilde yerleştirmektedir. Bu yapıda perspektif ilgiler, uzam nesne hiyerarşisinden ziyade kavramsal hiyerarşiye gönderme yapmaktadır. Doğayı genelde Anadolu, özelde ise Van Gölü çevresinin renk ve coğrafyasından esinlenerek soğuk alanlar olarak renklendiren sanatçı, figürlerde kontrast renkler kullanmaktadır.
Düzgün’ün resimlerinde mekan, yansıttığında yanıldığı için küsmüş ve canlılık belirteci olarak özdeşini seçmiş detaysız doğa tasvirlerinden oluşmaktadır. Bu içe dönük doğa tasvirleri, erkeğin ittiği ve kadınının kaçtığı yerdir. Burada doğal olarak görünen kadın, ev, sokak, mahalle, köy, kasaba ve kent bağlamından kopuk bir şekilde doğaya çekilmiş; erilin dünyasında kendi olma isteğiyle benliğine sığınmış; dış dünyaya karşı suskun ve ifadesiz kalmıştır.
Sanatçının resimlerindeki “V” alanlar, yeryüzünde oluşmuş çatlaklara benzeyen, zeminleri genellikle siyah renkte boyanmış ve içe doğru derinliği olan kaotik menfezlerdir. Bu menfezler, geçmiş ön yargıdan şimdiki zaman yalnızlığına, kaosa itilen kadına dikkat çekmektedir. Geleneksel bağlama gönderme yapan, türbanlı, çarşaflı kadın figürleri gibi modern zamanlara gönderme yapan dekolte giyimli veya nü kadın figürlerinin de bir arada bulunduğu bu kaotik menfezler, kadının yalnızlığa, suskunluğa körlüğe ve sağırlığa itildiği eril aklıdır. Bu yerde, eril bir dil ile yaşama eklenen kadın, erkeğin egemen ancak duygusuz dünyasında içe dönük bir nesne; masum kalmaya zorlanan bir öznedir.
Ali Düzgün resimlerinde erkeğin özdeş alanı olarak biçimlenen gökyüzü, kadını yatay doğadan uzaklaştırıp uçuruma hapseden bilincin sevinç alanıdır. Orada gayet şımarık ve kapsayıcı bir iktidar sergileyen erkek, kadını kendi doğasından uzaklaştırıp, masumiyete çağıran güçtür.
Bilinç olduğunu iddia edenin, biçimlendirdiğini suçladığı bu düzenekte, suçunu saklama derdinde olduğu açıktır. Dolayısıyla kendi de masum olmayanın bilinç belirttiği bu önermede, iyi niyet temennisi sahici değildir.
Mitik evreden bu yana erilin şiddet,  önyargı, ayrımcılık ve adaletsizlik bağlamına maruz bıraktığı kadına masumiyet önerisi,  dini, ideolojik, kültürel ve dolayısıyla yaşamsal bağlam için bir bahane; annenin masumiyetinden söz eden bir dayatmadır. Bu nedenle, sığındığından gayrı her şey, kadının masumiyetinin dışındadır. Çünkü bu insafsız düzenekte kadın, masum olmaktan makbul, anlaşılmamaktan mahcuptur.
Suçu üstünden atmak isteyen modern akla göre bu yapı din, gelenek,  ideoloji gibi gereçlerin bu güne mirasıdır. Geçmiş akıl ortadan kaldırılmadığı sürece problem çözülemeyecektir. Ancak bu önermede kadının trajik geçmişinin elinden alınması, gelecek için önlemsiz bırakılmasından başka bir şey değildir.
Suçlunun, suçu araştırdığı bu ortamda adalet kimsesizdir. Bu kimsesizlik içine hapsedilmiş, sosyalleştirilmek istenen, hakları aranan, adaleti getirilmeye çalışılan ikinci sınıf birey olarak kadın, eril iddiaya karşı yine savunmasızdır. Bu ortamda kadının kadını aydınlığa çağırdığı söylem bile erkek aklının ürettiğidir. Ancak sanatçının kontrast renkler kullanarak figüratif alanda yarattığı canlılıkla ifade ettiği üzere kadın, her türlü dayatmaya rağmen, din ve dünya bağlamında kendi fikrini belirtebilecek durumdadır. Onun zorunlu müminliği veya gönüllü modernliği kendi tercihi olacaktır.  Aksi takdirde herkes masumiyete zorlanmalıdır.
Konu bu açıdan ele alındığında Ali Düzgün resimleri, bütün zamanlar için betimlenmiş trajik bir kadın masallına eşiktir. Bu masalda kadının suskunluğu, erkeğin çığlığından daha güçlüdür. Bu suskunluk, hali hazırdaki hiçbir ideolojik şema ile konuşkanlığa dönüştürülemez. Çünkü kendine de pay isteyen hiçbir aklı şişkin, elini göbeğinden çekip vicdanını yoklayamaz.
Birilerinin aksine politik olma endişe duymayan sanatçı, bu nedenle yaşadığı dünyanın bilinçli bir tanığıdır. Bu tanıklık vasıflı bir biçime dönüşerek,  sanatçının oldukça başarılı eserler üretmesine vesile olmuştur.
Ali Düzgün’ün resimlerinde karşılaştığımız eleştirinin şimdiki ve gelecek zamanlar için akıl olması dileğiyle…




[1] http://www.ressamaliduzgun.com/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gülten Akın’ın “Sonra İşte Yaşlandım”ı üzerinden: Susku / Fatih Çodur

“Bir roman kadar uzun bu tümce, -sonra işte yaşlandım…”  Gülten Akın, “Sonra İşte Yaşlandım” kitabına yukarıdaki dizelerle başlıyor. Yani “kısa şiir/...”lerin “bir’incisiyle. Öyle gözüküyor ki bu sesli ifade (sonra işte yaşlandım), daha en baştan kitabın bütününde kullanılacak yöntemin sunumunu yapıyor okuyucuya. “Sizlere birkaç tümcelik adımlarla, çok bir yol aldıracağım” deniliyor. Çok sesli ifadelerle birer monolog-şiiryaratılacak kanısı veriliyor. Elbette konu bütünlüğünün bozulmaması için şu açıklamayı yapmamız gerekir. Şiirin başlı başına bir monolog olduğu düşünülebilir. Onun, bir dışa vurumdan farklı olarak, bir iç konuşma olduğu gerçekliği yadsınamaz. Fakat kendi havzasında oluşturduğu özgün dil nedeniyle monolog’dan semantik bakımdan da ayrılır. Bundan dolayı, kitaptaki bu yaklaşım biçimini şöyle ifade etmemiz daha doğru olacaktır:  Yazıda “sonra işte yaşlandım” dize’sinin, ‘dizecik’ kelimesiyle ifadelendirilmesinin sebebi, kitaptaki “kısa şiir/…”leri ...

2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ…

   2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ… Sanatçıçalışıyor tarafında düzenlenen 2. Minyatür Çalıştayı, Kocaeli Karamürsel ve Yalova Altınova’da yirmi sanatçının katılımı ile gerçekleştirildi. Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen çalıştay, Doç. Ruhi Konak başkanlığında projelendirilerek gerçekleştirildi.             22 Ağustos 2002 pazartesi günü saat 09.00’da Karamürsel Öğretmenevi etkinlik salonunda başlayan çalıştay, aynı gün 18.00’da Yalova Elgelsiz Sanat Galesi’nde açılışı Vali Muammer Erol, Emniyet Müdürü Göksel Topaloğlu ve İl Kültür Müdürü Şeref Tali’nin katılımıyla yapılan ‘Işılay Konak Kişisel Restorasyon Sergisi’ ve ‘Mine Dilber Kişisel Tezhip Sergisi’ ile devam etti. 23 Ağustos 2002 tarihlerinde Karamürsel Öğretmen evinde devam eden çalıştay 24 Ağustos 2022 çarşamba günü Altınova Belediyesi Hersek Lagünü Kuş Gözlemevi’nde gerçekleştirildi. Sabah Gözlem...

Güzelliği Bağışlayan / Damla Nur AKKİRPİ

Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Beni koruyan peygamberin omzuna yaslanıp zamanı seyrediyorum. Tam da bu zamanlar kadınlık çağım görmediğiniz, ışıklı suda bekleyen o çocukları ben doğuracağım. Bağışlayın ama benim de güzelliğim var. Çocukluğumdan attığınız top canımı kırdı, Bana bir can borcunuz var. Gerekirse toplayın pılımı pırtımı başka şehire gönderin beni. Can kırıkları olmayan bir şehire, kanımdan kesik götüreceğim. Ben ki bir peygamber ümmetiyim, benim en korunaklı yanım peygamberim. İnanmayacaksınız ama benim de güzelliğim var. Ellerimde açan deniz, çiçeklerden erken getiriyor baharı. Ben şimdi bir doğu, bir batı kanadıyım yaşamın. Dünyanın yuvarlak oluşundan evrilen, harita kadar derin bir noktayım peygamberlerin yüzünde. Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Şu çirkin yağmurunu sileyim gözlerimin bir de bana öyle bakın, peygamber gözüyle. Dudaklarımdaki ilahiyi sessizliğimden tadın. Bağışlayın, bağışlayın ama benim de ...