I.
Yaratıcı, "Ey
Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, ama
şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz!" der. Âdem, ilkin bu emri dinler.
Sonra kendini mucit kılacak meraktan bir huy icat eder: Günah işler ve
cennetten kovulur. Sonra günahtan korkar, günahtan
utanır, günahtan vazgeçer, günahtan kurtulmaya kalkışır. Ve fakat dönüp dolaşıp
aynı yerde bulunur. Unutur, hatırlar, çatışır, bütün bunların tekrarına
kalkışır ki… efsaneler, dinler, destanlar; sataşmalar, kavgalar, savaşlar;
dönemler, devirler, çağlar bu kalkışmaların tarihidir.
İnsanın icat isteği tuhaf
bir çaba mıdır? Değildir elbette. Olmayacaktır da. Zira insanın gelişmesi için
yaratılışla zıtlaşması gerekir. Yaratışa karşı kendi iradesiyle, doğru bir
idrak geliştirmelidir. Aksi takdirde insan, yaratılışa sıkışmış amaçsız bir
tabiattır; icat çabası ile bu amaçsızlığa meyyal tabiatta inkişaf edip, sebebi ispat
etmelidir.
II.
Söylenenlere bakılırsa
A’raf, ya mümin ile kâfiri birbirinden ayıran SUR’ ya bilgi ile hikmeti birbirinden
ayıran “HİCAB” ya da cennet ile cehennemi birbirinden ayıran SIRAT’tır. Ve icat
ile vücud arasına sıkışan insan, bu üç A’raf’a asılıdır. İnsan askıdan inip,
ikiliği yok edip, eve geri dönmelidir. Yoksa gurbet cehennemdir!
III.
A’raf, insanın ihsanda
dinlenmesidir.
Bu sebepten burada ya da
orada ey RABBİM!! “İSİMLERİN EN GÜZELİ SENİNDİR. BİZİ
BU ZALİMLER ZÜMRESİ İLE BERABER BULUNDURMA!”
Yorumlar
Yorum Gönder