Ana içeriğe atla

Ustalarla Buluşma 2017 60 Sihirli Dokunuş Sergisi Dolayısıyla Akla Gelen Birkaç Söz… / Ruhi KONAK

 

Türkiye’de sanat, yirmi yıl öncesine kadar, sınıflararası geçişe müsait olmayan ve bir o kadar da sınıflaştıran bir kurguya sahipti. Aydın olmanın kelimeyi iyi telaffuz edememekle ilişkilendirildiği bir ülkede, kültürlü olmak genetik tekâmüle dayalı esaslara bağlıydı. Fiziki antropolojinin yönlendirdiği bağlamda insanlar, üyeleri oldukları cemiyetler, cemaatler, partiler, dinler, yaşadıkları şehirler, aileler ile belirli bir kast içinde tutuldular uzun süre. Taraf olmanın evrensel ölçüleri muhtemelen bizim ülkemizde ya da bizimki gibi ülkeler için icat edilmiş bir içeriğe sahipti: Oryantalist gericilere karşı modern batıcılar, dindarlara karşı dinsizler, laiklere karşı muhafazakârlar. Her şeye karşı hiçbir şey… Ya da aklınızdan geçen her neyse…
Medeniyeti kuranlar ile yıkanlar, tüketenler ile üretenler arasındaki çelimsiz ve bir o kadar da tüccar aklıyla planlanmış yarış, bazıları için aynanın arkasından bakılması gerektiğini öğütlüyordu. Gerçeklik ortak bir payda olmaktan çok büyük payı elinde bulunduranın ötekine yansıttığı ikinci dereceden bir manipülasyon aracıydı. Bu durumu hâlâ böyle okumak da mümkün…
Yirmi yaşımdan bu yana her iki tarafı da okudum, her iki tarafı da izledim, her iki tarafın dilindeki nedensellik bağlamını sorguladım. İki yerde de ses seslenenden gelmiyordu. Çünkü tüccarların iyi niyetine sığınmış bir toplumda ideoloji kuru edebiyattır. Sanat ilkel durumu dışında estetik argümanları reddeden ticari metadır. Sanatçı ise öz yaratımı dışında bu sıradan çekişmeye taraf olması beklenen bedbahttır.
Bu tür bir yapıda şiiri ezberleyen ile özümseyen arasındaki fark, ideolojiyi pazarlayanla tüketen arasındaki farka benzer. Birisinde ezber, diğerinde muhakeme yeteneği gelişmiştir. İki yaklaşımdan hangisini değerli bulursanız bulun biri diğerini kendisine benzetmeye çalışır… Hangisi güçlüyse anlamlı olan odur. Bu durum değersiz bulunan açısından güçlü bir haksızlığı barındırsa da iktidarı elinde bulunduran açsından hak, güç ile ispatlanan olanaktır. Elbette bazılarımız açısından bu yaklaşım büyük bir yanılsamadır…
Söze nereden başlarsanız başlayın, neyi unutup neyi hatırlarsanız hatırlayın, birisi çıkıp sizi sizin eleştirdiğiniz noktadan eleştirebilir. Bunu yapmasında bir kusur yoktur elbette. Herkes her şeyi eleştirebilir fakat herkes her şeyi manipüle edip değersizleştiremez. Haksız eleştiri bir kusur olarak insana geri döner…
Geleneksel sanatlarla uğraşan kişilerin çoğu, yukarıda yazılanların hangi duyguyla yazıldığını bilir. Eksiklerini ve bile bile söylenmemiş yönlerini de söyler… Ben az söyledim farkındayım fakat söylediklerimi sadece geleneksel sanatlarla ilgilenenlere başka bir şey söylemek için söyledim. Kimse kabul etmezse ve değer vermezse de öğrencilerim, arkadaşlarım içim söyledim…
Bizim katkımız kendi becerimizi geliştirmek açısından olsa da geleneksel sanatların bugüne ulaşmasında birçok ve çok değerli insanın katkısı olmuştur. Tanım ve estetik içerik açsından eksik yönlerinden söz edilebilse de geleneksel sanatların yeniden gündeme taşınması yönünde harcanan çaba azımsanmayacak derecededir. Geleneksel biçimin güncel sanat ortamında değer kazanması bir yana, güncel şemada ifade olanağı bularak yüz akı oluşması azımsanmayacak kadar değerlidir.
Şimdilerde işe ortasından girişmiş birkaç usta kırıntısının izansızlığıyla kendiliğinden ya da hazır alan imajıyla değersizleştirilmeye çalışılan ortam sihirbaz eliyle dizayn edilmiş değildir. Güzel sanatlar fakültelerinde geleneksel Türk sanatları bölümlerinin yer almasından rahatsız olan sözümona enternasyonal perspektif geliştiricilerden tutun, bu sanat dallarıyla meşgul akademisyen ve sanatçıları örümcek kafalı olarak değerlendiren entelektüellere hatta pentüre karşılık gelmediği için niteliksiz bulup sanat tarihi kitaplarında fazla yer vermeyen profesörlere rastlamak çok alışıldık durumdur. Son örneği Türk mitolojisini yok sayan mitoloji kitapları, Türk sanatını yok sayan dünya sanat tarihi kitapları açısından da ayrıca ele alınabilir.
İdeolojik çatışmalarından dolayı değersizmiş gibi algılatılmaya çalışılsa da geldiğimiz noktada geleneksel Türk sanatlarının durumu ve benimsenme şekli yukarıda da belirttiğim gibi muazzam bir çabanın sonucudur. Bu sonuç sadece bireysel katkıyla elde edilmiş değildir elbette. Mevcut devlet erkânının siyasi planlaması içinde benimsediği kültür kuramının da desteğini almıştır. Ancak bu destek hâlihazırda yürütülen var olma çabasının desteklenmesi şeklinde olmuştur. Diğer bir deyişle hükümetler geleneksel Türk sanatlarının yeniden gündeme taşınması noktasında mevcut işleyişi desteklemiştir.
Geleneksel Türk sanatlarına verilen destek ve güncel ortamda yer alma çabası sadece sanatçının alan arayışı veya destekçi yapının kendi ideolojisini besleme girişimi olarak değerlendirmek, aklın gereksiz noktada bocalamasından başka bir şey değildir. Bu girişim daha çok batının güç kategorilerinde yer vermek istemediği yerli biçimi evrensel şemada fâş etme isteğidir. Değerli olanın kendisini ispat etme isteğindeki amaç, bir tür öğretilmiş önceliğin yapısını bozma girişimidir. Bu girişim arzulanan sonuca ulaşır mı, bilinmez fakat çabadaki niyet endişedeki eziyetten daha değerlidir her zaman.
Diğer taraftan mevcut ortamın müsaadesi varmış gibi algılanan ve serbest girişim açısından alan kapma becerisiyle dillendirilen bu olanağı tersten okumak da mümkündür. Bu açıdan postmodern kurguyu, modernin eksik bıraktığı dejenerasyonu tamamlama girişimi olarak görüp, akıcı gelişmenin altındaki art niyetten şüphelenilmesi hususuna dikkat çekmek gerekir. Zira modern aklın geleneksel biçimi ittiği süreçte, doğu toplumunu uzak tuttuğu kültürel bağlarından koparamadığını fark ettiği, postmodern zamanlarda bu bağı yeniden ve modern imiyle güçlendirerek biçimi önce kitchleştirme daha sonra niteliksiz hale getirme istediğinde olduğu söylenebilir. (Bu yorumun dışardan birini suçlama gayretiyle yapıldığını söyleyenler de haksız olmayabilir.)
Günümüzde hızla ve birçok açıdan hunharca tüketilen geleneksel biçim, ortamın nicel olanaklarından neşet eden itkiyle çağdaşlık ve modernlik telakkisi arasında bocalamaktadır. Değerinin ücretle karşılanamayacağı bilinmesine rağmen ücrete mukabil değer pazarlamanın cezbedici ekonomisi, geleneksel olmayan ve hatta tamlama açısından bile saçma görülen modern gelenek yaratma hevesiyle biçimi yorumlatma gayretindedir. Bu gayretin geleneksel özü tahrip ettiği söylenebilir. Bu açıdan geleneğin modern hiçbir açıklamasının olmadığını hatta her şeyde olduğu gibi modernde de biraz gelenek vardır safsatasının geleneği öz açısından yorumlayamadığını belirtmek gerekir.
Modern sanatın, geleneksel biçimi kullanmasına rağmen aşağılamasındaki mantık geleneksel olanın sadece biçim olduğu iddiasına dayanır. Bu nedenle modern veçhe özü temsil ettiği her durumda geleneksel biçim kullanışlıdır. Bu yararlanma sırasında modern sanatçı geleneksel biçimi sanatsal açıdan yorumladığı iddiasıyla kullanır. Zira ona göre bu yorum ilk kez kendisi tarafından yapılmıştır. Temellük ettiği biçim sanatsal değildir ve kendisinin katkısı olmadığı sürece sanatsal bir fikir olarak algılanmayacaktır. Fakat geleneksel sanatçının modern biçimi geleneksel öze bağlama girişimi, özün zayıflaması biçimin sadece oryantalist tanımlı bir kıyafet olarak şekillenmesi sonucunu doğurur. Zira geleneksel sanatçı, modern bileşeni sanatsal argümanları açısından ele alır. Dolayısıyla geleneksel sanatlardaki modernleşme çabası yine modern sanatı güçlendiren bir durumdur. Diğer taraftan geleneksel sanatlarda çağdaş arayış, araştırılanın yine kendisini üretiyorsa anlamlıdır. Aksi takdirde geleneksel sanat, modern sanatın kötü bir şubesine dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Yukarıda söylenenlerden yola çıkarak genel bir değerlendirme yapacak olursak, aslında geleneksel Türk sanatlarının güncel sanat ortamında kenara itilme endişesi taşımadan ifade olanağı bulması, belirli bir kontrol mekanizmasının çalışması zorunluluğunu gündeme getirmektedir. Bu açıdan eğitim öğretim müfredatlarındaki içerikler, alana ilişkin yayınlar ki bu yayınlar sadece tıpkıbasımlar, kronoloji ve dönem edebiyatı yapan sanat tarihi kitapları ve sergi katalogları değildir; sergiler, usta sanatçıların iştirak ettiği çalıştay nevi uygulamalar ve ciddi eleştiri kurumları bu kontrol mekanizmasının en önemli ayağını oluşturmaktadır.
Bu bağlamda makalenin yazılmasına öneminden bahsedilmek üzere karar verilen Ustalarla Buluşma 2017 60 Sihirli Dokunuş Sergisi, yukarıda bahsi geçen gerekliliğe binaen tasarlanıp uygulanan bir etkinlik olarak dikkat çekmektedir. Bu yıl, 3-10 Mayıs tarihleri arasında üçüncüsü gerçekleştirilen sergi, TBMM Milli Saraylar, Taner Alakuş Minyatür Atölyesi ve Küçükçekmece Belediyesi Geleneksel Sanatlar Akademisi’nin katkılarıyla Küçükçekmece Belediyesi sponsorluğunda Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde izleyiciyle buluştu.
Geleneksel Türk sanatlarının bütün alanlarını kapsayan içeriğiyle önem arz eden sergide usta sanatçıların eserleri yer aldı. Davet edilen sanatçıların sadece İstanbul ile sınırlandırılmamış olması serginin, merkez-taşra ilişkisinin alışılagelmiş nicel bayağılığından arındırılarak, ustalığı ön planda tutan bir anlayışla kurgulandığını göstermektedir. Bu tavır doğrultusunda sergi, adıyla bütünleşen içeriğin tarafgirliği değil, ustalığı kıstas aldığı anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım etkinliği önemli kılan özelliklerden biridir. Bu doğrultuda ustalık sıfatının kişinin kendisini tanımlaması doğrultusunda işletilemeyeceğine vurgu yapıldığı söylenebilir. Zira sergiye kimlerin davet edildiği kadar neden davet edildikleri de önemlidir. Nedenselliği örgütleyen amaç, ustalık sıfatının, bu sıfatı kullananın tasarrufunda olmadığını ispat eder. Dolayısıyla mevcut ortamda “ustalarla buluşma” terkibinin, ustalık sıfatının reklam olanak ilişkisi açısından moda terimler arasında yer almasının pratik bir eleştirisi olduğu söylenebilir.
 
Önceki yıllarda düzenlenen sergilerde eseri bulunan bazı sanatçıların 2017 sergisinde yer almayışı farklı sanatçılara da çabaları noktasında iltifat edilmesi gerektiği düşüncesini yansıttığı söylenebilir. 2017 sergisinde yer alan sanatçıların bir bölümü de muhtemelen 2018 sergisinde yer almayacaktır. Ancak bir kez de olsa bu sergide yer almak, çabanın ticari bir bakışa kurban edilmeden takdir edildiğinin anlaşılması açısından önemlidir.
 
Nitel bir amaç ve objektif bir sınıflandırma ile, şekillenen sergide yer alanlara ilişkin sayısal eşitlik gözetilmediği de dikkat çekmektedir. Bu yaklaşım doğrultusunda sergi küratörü olan minyatür sanatçısı Taner Alakuş’un tarafgirlikten ziyade kaliteyi göz önünde bulundurduğunu da belirtmek gerekir. Zira söz konusu yönde bir denge sağlamak küratör açısından oldukça kolay görünüyor. Konu bu açıdan ele alındığında diğer birçok organizasyondaki ticari amaca karşılık Ustalarla Buluşma 2017 60 Sihirli Dokunuş Sergisi’ndeki emeği onurlandırma isteği grup tüccarlığı yapma arzusunun önündeki ahlaki bariyer olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle gayretin iddiadan, ustalığın şöhretten, hürriyetin esaretten daha değerli olduğunu vurgulayan bir etkinlik olarak Ustalarla Buluşma 2017 60 Sihirli Dokunuş Sergisi’nin gelecek zamanlarda alanla ilgilenen herkesin referans gösterdiği bir organizasyon olacağı kanaatindeyiz. Zira alanda söz sahibi olmayı sadece tüketici karşısında daha etkili olma isteğiyle değerli bulan sanatçıların, kolay kolay ilgilenmeyecekleri bir etkinliktir söz ettiğimiz.

 
Bu noktada sergi küratörü Taner Alakuş’un çalışma arkadaşları ve öğrencilerinin zarif gayretleri ile serginin planlanıp tanıtılmasından, dizilip, toplanmasına hatta salonunun temizliğine kadar her safhada emek harcayarak ustalığın eserde tamamlanmadığını, ustalık gayretinin bir bütünlük arz ettiğini ispat ettikleri söylenebilir. Bu bakımdan geleneksel sanatlarla ilgili isimlerin ustalık makamına göz dikmeden önce malzeme dışı duyuş alanını bir yaşam kurgusu içinde içselleştirip duyumsamaları ve duyumsatmaları gerekir. Aksi takdirde, günün şatafatında şöhret belasına gönül besleyenler arzın hükmünden boş dönerler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gülten Akın’ın “Sonra İşte Yaşlandım”ı üzerinden: Susku / Fatih Çodur

“Bir roman kadar uzun bu tümce, -sonra işte yaşlandım…”  Gülten Akın, “Sonra İşte Yaşlandım” kitabına yukarıdaki dizelerle başlıyor. Yani “kısa şiir/...”lerin “bir’incisiyle. Öyle gözüküyor ki bu sesli ifade (sonra işte yaşlandım), daha en baştan kitabın bütününde kullanılacak yöntemin sunumunu yapıyor okuyucuya. “Sizlere birkaç tümcelik adımlarla, çok bir yol aldıracağım” deniliyor. Çok sesli ifadelerle birer monolog-şiiryaratılacak kanısı veriliyor. Elbette konu bütünlüğünün bozulmaması için şu açıklamayı yapmamız gerekir. Şiirin başlı başına bir monolog olduğu düşünülebilir. Onun, bir dışa vurumdan farklı olarak, bir iç konuşma olduğu gerçekliği yadsınamaz. Fakat kendi havzasında oluşturduğu özgün dil nedeniyle monolog’dan semantik bakımdan da ayrılır. Bundan dolayı, kitaptaki bu yaklaşım biçimini şöyle ifade etmemiz daha doğru olacaktır:  Yazıda “sonra işte yaşlandım” dize’sinin, ‘dizecik’ kelimesiyle ifadelendirilmesinin sebebi, kitaptaki “kısa şiir/…”leri ...

2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ…

   2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ… Sanatçıçalışıyor tarafında düzenlenen 2. Minyatür Çalıştayı, Kocaeli Karamürsel ve Yalova Altınova’da yirmi sanatçının katılımı ile gerçekleştirildi. Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen çalıştay, Doç. Ruhi Konak başkanlığında projelendirilerek gerçekleştirildi.             22 Ağustos 2002 pazartesi günü saat 09.00’da Karamürsel Öğretmenevi etkinlik salonunda başlayan çalıştay, aynı gün 18.00’da Yalova Elgelsiz Sanat Galesi’nde açılışı Vali Muammer Erol, Emniyet Müdürü Göksel Topaloğlu ve İl Kültür Müdürü Şeref Tali’nin katılımıyla yapılan ‘Işılay Konak Kişisel Restorasyon Sergisi’ ve ‘Mine Dilber Kişisel Tezhip Sergisi’ ile devam etti. 23 Ağustos 2002 tarihlerinde Karamürsel Öğretmen evinde devam eden çalıştay 24 Ağustos 2022 çarşamba günü Altınova Belediyesi Hersek Lagünü Kuş Gözlemevi’nde gerçekleştirildi. Sabah Gözlem...

Güzelliği Bağışlayan / Damla Nur AKKİRPİ

Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Beni koruyan peygamberin omzuna yaslanıp zamanı seyrediyorum. Tam da bu zamanlar kadınlık çağım görmediğiniz, ışıklı suda bekleyen o çocukları ben doğuracağım. Bağışlayın ama benim de güzelliğim var. Çocukluğumdan attığınız top canımı kırdı, Bana bir can borcunuz var. Gerekirse toplayın pılımı pırtımı başka şehire gönderin beni. Can kırıkları olmayan bir şehire, kanımdan kesik götüreceğim. Ben ki bir peygamber ümmetiyim, benim en korunaklı yanım peygamberim. İnanmayacaksınız ama benim de güzelliğim var. Ellerimde açan deniz, çiçeklerden erken getiriyor baharı. Ben şimdi bir doğu, bir batı kanadıyım yaşamın. Dünyanın yuvarlak oluşundan evrilen, harita kadar derin bir noktayım peygamberlerin yüzünde. Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Şu çirkin yağmurunu sileyim gözlerimin bir de bana öyle bakın, peygamber gözüyle. Dudaklarımdaki ilahiyi sessizliğimden tadın. Bağışlayın, bağışlayın ama benim de ...