Ana içeriğe atla

Zeynep Sakız Resimlerindeki Sır ve BOŞ BEDEN Üzerine… diyorum / Ruhi KONAK

                                                                                                                                 

Modernizm, insanı yeniden icat etti diyorum. Bu iddialı gibi görünse de gerçekte iddiası olmayan bir cümle. Çünkü kimse bunun tersi yönde bir fikre itimat etmeyecektir. Kime sorarsanız sorun modern insan kendinden başkasına benzemeyen farklı bir bireydir. Gelişmişliğini ve geriliğini, yeryüzünün nimetlerine, bilime ve kendine borçludur. Rönesans, insanı tanrıdan kurtarmak için elinden geleni yaptı diyorum sonra. Kaosu sözle bütünleyen vahyin, insanı engellediğini düşünüp evrenden bağımsız bir dünya kurdu. Bu da iddialı gibi görünse de gerçekte iddiası olmayan bir cümle. Çünkü Rönesans’tan beri dünya, insan tarafından zapt edilmiş küçük kutsal bir küredir. Bu kürede evrensellik öğretilmiş bir bilgi, üretilmiş bir biçim ve sermayenin yönlendirdiği bir kurgudur. Hatta bana kalırsa Rönesans’tan moderne evren, bir simülasyondur: Düş görmesini bilenler için gerçek, düş göstermesini bilenler için hakikattir.

Peki, sanat nedir? Bu soruya nasıl bir cevap verirseniz verin doğru cevap olmayacaktır. Çünkü insani bir davranış olması açısından kapsayıcı bir sanat tanımı bulmak mümkün değildir. Her cevap görecedir: Müzedeki bardakla sofradaki bardak bir değildir mesela. Bu alaycı bir ifadedir aslında… ama öyledir.

Bütün bunları söylerken her şey tamam da sanatçı kimdir?. Bu çok saçma bir soru bana kalırsa. Zira sanatçının kim olduğu sorusuna, günümüz mekânında durarak doğru bir cevap vermek mümkün değildir. Herkes biraz sanatçıdır aslında ve hiç kimse biraz sanatçı değildir.

BU KADAR YETER DİYORUM, NE SÖYLEMEK İSTİYORSAN ONU SÖYLE.

Rönesans’ın, insanı kendi çevresiyle sınırlandırdığı günden beri sanat, tarih boyunca değişmediği kadar değişti. Biçim, tekâmül etmek bir yana biçimsizleşme hatta sanatsızlaşma yolunda sürekli evrilerek hangi eseri nasıl beğenmeliyiz sorusunun cevabını, anlamsız bıraktı. Estetik beğeni, ideolojik kalıplara dökülmüş ağrı kesici ilaç gibi yeniden üretildiği için sanatseveri moda manyağına dönüştürdü. Sanat yapmak, eser üretmekten başka çaresi olmayan insan olarak tanımlanacak sanatçı sayısı azalırken; sanat, hayattan bir kaçış değil de hayata kaçış olarak tanımlandı. Bu sebeple olsa gerek, sanat eseri, ticari ürün hüviyeti kazandı.

Doğrusunu söylemek gerekirse modern dünyada, aklı başında üç beş sanatçı dışındakilere soytarı olmaktan başka rol biçilmemiştir. Şöhret, şehvet ve sermaye yaratıcılığı besleyen yegâne unsur olarak belirlenmiş; sanatçının çılgınlığı eserin önüne geçmiştir. Reklamla palazlandırılan imaj, sanatseveri güçlünün kazandığı demokratik bir aptala dönüştürürken, kendisini yeteneğiyle ifade edemeyen sanatçı kurnaz olmaya yönlendirilmiştir.

Durum böyleyken,  gerçek sanatçının bu modern kurgudan kaçmaktan başka çaresi kalmadığı söylenebilir. Bunu başarmanın yolu, bana kalırsa, tanımsızlık oluşturarak bilimsellikten uzaklaşmaktır. Zira sanatçının kaynağı, bilinmezdir. Doğada itiraz ettiği her neyse onun bilinmezliği… Çünkü sanat veya sanat eseri bir bilme aracı değildir. İfade aracıdır. Sanatçı da filozof değildir. O bildiğini ifade etmez. Duyup gördüğünü, hissedip sezdiğini ifade eder. İfadesinin de iradesinin de kesinliği yoktur. Çünkü sanatçının ifade ettiği ile izleyicinin anladığı şey çoğunlukla aynı şey değildir. Sanatçı ve izleyicinin yaşam tecrübeleri laboratuvar koşulları dışında ve bağımsız olarak biçimleneceğinden mutlak anlam ortaya çıkmayacaktır… Sanatçının ifade ettiği şey, izleyicinin anladığı şey olmasa da anlayanın ifade edilen olmaksızın öyle anlayamayacağını bilmemiz, sanatçının çoğu zaman her birey için özel anlam ürettiğini söylemekte sakınca yoktur…

İnsan bazen bir şey söylemek için bir sürü şey söylüyor diyorum. Rönesans, modern, sanat, bilim, sanatçı, bilinmezlik, vs. Söylediğim her şey,  bu zalim dünyada sanatçının çıkış yolu bulmak için kendini parçalayıp her parçasında sezdiği hakikati ifade etmeye çalıştığını vurgulamak içindir.

Suçlusu kimdir bilinmez ama bu küçük kutsal küre çatlayalı çok olmuş diyorum… İnsan kendisini vura vura çatlatmış güzelim dünyayı, hem de kendine vurulduğunu iddia ederek. İşte bu noktada başlıyor ZEYNEP SAKIZ RESİMLERİ... Bireyin kendisini sakladığı için çatlayarak dışa döküldüğü birer belge olarak.

Modern insanın sanatla ilişki kurma biçiminden olsa gerek, Zeynep Sakız resimlerine bakınca, biçimi müstehcen kavramı bağlamında ele almak istiyorum. (Müstehcen derken beni yanlış anlamayın lütfen, nüden bahsetmiyorum.) Bahsettiğim müstehcenlik, bulunduğu ortamda doğal olarak maruz bırakıldığı anlamın,  sanatçı tarafından eleştirilmesi sırasında biçime bulaşan sır, imaj ve gerçeklik çatışması ile ilgilidir. Zira sanatçı, modern dünyanın kusursuz görüntüsüyle perdelenen fakat gerçekte göründüğü kadar cazip olmayan dip görüntüyü taşıyor resimlerini. Bunu yaparken de kendisinin başkasının gözündeki imajını yine başkasına gösteriyor. İşte sırf bu vesileyle, ötekinin zihnini okuduğunu iddia edip müstehcen bir tavırla, modern bireyin utanma ve edep duygusunu inciterek başlıyor işe.

Bir çeşit oto portre olarak biçimlendirdiği resimlerinde çıplak figürler kullanan Sakız, zihninde yer eden yadsımayı izleyicinin yüzüne vuruyor: Modern dünyada birey olarak kadın, erkekle eşit düzeleme taşınırken özgürlüğünün cinsiyet rolleri üzerinden pekiştirilmeye çalışıldığını söylüyor. Beden hürriyetini, düşünce hürriyeti ile eş tutmak yoluyla eril pornografiyi önlediğini düşünen modern aklın, bedeni yok ettiğini ifade ediyor. Zira cinsiyet rollerini beden üzerinden belirleyen modern biçim, kadını görünür kılması açısından değerli bir fikir gibi görünse de görenin hürriyetini sınırlandıramadığı için eril pornografinin önüne geçememiştir. Dolayısıyla modern kadın, asırlardır olana benzemeyen bir şekilde fakat yine yalnız ve beden ölçüleri ile anlamlıdır. Eril, egemenliğinden vaz geçmediği sürece de böyle kalacaktır.

Tek ya da grup figür çalışmalarında mekâna yer vermeyen sanatçı, arka fona yerleştirdiği siyah gölgelerle elde ettiği dağ, bitki vb. motiflerle mekân yanılsaması oluşturuyor. Böylece belleğin trajik içeriğini su yüzüne çıkaran sanatçı, mekânın biçimsizliğine dikkat çekerken mekânı kurgulayanın, mekândakini de bilinçsizliğe ittiği yönünde fikir edinmemize olanak sağlıyor. Zira modern mekânda bulunmak, Rönesans düşüncesinin dayattığı özneye görelikle açıklanmayacak kadar karmaşıktır. Ortaya çıktığı anda suçu kendi üzerinden atmak isteyen modern özne, mekânı Ortaçağ öncesi pozisyonuna taşıyarak kendisini kaosa gizlemiş, egemenliğinden kaynaklanan her türlü suçu nesneye ve nesnenin ortaçağ modellemesine atmıştır. Bunu yapmak içinde ilk olarak mekânı manipüle ederek, parçalayarak özne hiyerarşisini perde arkasına almıştır. Zira ona göre sadece güçlüler eşittir ve buna karşı çıkmadığı sürece nesne aptaldır.

Sakız’ın resimlerinde bellek, trajediyle bütünleşmektedir. Zira içe atılmış problem yumağı kadın hürriyeti ile sınırlandırılmış gibi görünmektedir. Onun resimlerinde kadın hürriyeti, beden ve çevre arasına kurulmuş bir hücre olarak şekillenmiştir. Bu nedenle de sanatçı bedene ve çevreye karşı ön yargı geliştirmiş gibidir. Merkezdeki eksik figürü çevreleyen biçimsiz tek elli, tek kollu, tek gözlü, tek bacaklı ve yüzü olmayan figürlerde, eril toplumun izlerini silmeye çalışmıştır. Konu bu açıdan ele alındığında, sanatçıya göre bedendeki ikiz organlardan birinin erkeği temsil ettiği ve böylece evrensel paydaşların bedeni oluşturduklarını söyleyebiliriz. Ona göre, problemden kurtulmanın yolu eril birleşmeden ve bütünlük ilkesinden kurtulmak,  öğretilmiş evrenselliğe karşı fikir geliştirmekten geçmektedir.

Anlaşılacağı üzere, tek organlı figürlerde cinsiyet tanımlamasını kadın üzerinden yapan sanatçı, kadın bedeninin ideolojik bir kadavraya dönüştürüldüğünü fısıldıyor: Kurmaca bir iyimserlikle sürüklendiği yaşamda eril isteklere yönlendirilmiş, kadınlık gururu ve karakteri örselenmiş birey, artık Ortaçağdaki şeytani varlık değildir. Fakat daha kolay tanımlandığı için olağan yenilmiştir. Mücadele edilen değil mücadele etmesi gerekendir. Bu nedenle de sanatçı mücadelesini tanrıyı, büyüyü veya miti eleştirmekle değil insanı eleştirmekle yürütüyor.

Kadın figürlerinde çift organları teke indirerek bedenden silen sanatçı, erkeğin sevgisini güvenilmez bir iktidar gereci olarak algıladığını haklı olarak dışa vurmaktadır. Erilin, eşitlik bilinciyle yerleştiğini iddia ettiği kadın bedeninde, adalet ve özgürlükler anlamında hakikatle çatıştığını söylemek de mümkündür. Bu nedenle organlardaki doğal zıtlığı ortadan kaldıran sanatçı, modern olsa da eril iktidara karşı feminist bir ön yargı geliştirip “Düşüncenin farkındayım.” diyerek itaatsizlik önermesinde bulunmaktadır.

Zeynep Sakız resimlerinde biçim, ilkel çağrışımlara olanak sağlaması açsından dikkat çekicidir. Bu durum ilk bakışta, biçimci bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Fakat ifadenin dışa vurdukları açısından bir biçim sorunu olmaktan öte, psikanalitik bir arayışa dayalı olarak şekillendiği söylenebilir. Zira Sakız’ın resimlerinde biçim ifadeyle örtüşmesi açsından kurmaca etkisi göstermeden, gayet yerinde ve en ham haliyle bile derin bir reflektör işlevi görmektedir. Ayrıca biçimin ilkelliği, trajedinin duygunun sızdığı çatlaktan içeri doğru yoğunlaştığını göstermesi açsından dikkat çekicidir.
  
Rengin gri tonlarında belirginleştiği resimlerinde yalnızlık batağında çaresiz bırakıldığını dışa vuran sanatçı, daha sonraları renklendirmeye başladığı resimlerinde, yalnızlığın güçlü bir direniş mekânı olduğunu hatta itildiği bataklıktan kurtulmaktan başka çaresinin olmadığını anlamış olmanın sevincini dışa vurmaktadır.

Sanatçının küçük ebatlı resimlerinde yüz, göz, el, bacak, meme, cinsel organ, ayna, firkete, zeytin yaprağı, kuş, balık, barkod, balon, ev, yaldız, vb. motiflerle sık sık karşılaşılmaktadır. Resimlerinde tasvir ettiği figürlerin yüzlerini eksik ve ifadesiz resmeden sanatçı, bir bilinçaltı cümlesi olarak büyük ihtimalle “Yüzler yalancıdır” cümlesini fısıldıyor bize. Bakışların baştan çıkarıcılığı ile aldatılan kişi, baştan çıkarıcıyı bu şekilde yargılıyor. Yüzsüzlüğü, ötekine karşı kendini koruduğu bir körlük çeperi olarak kullanıyor.  

Yüzü boşaltan sanatçı göz motifini ön plana çıkararak yüzü göz olarak tasvir etmek istiyormuş gibi bir intiba bırakıyor. Bu nedenle Sakız’ın resimlerinde göz, dikkat çekici bir önceliğe sahiptir. Onun için göz, sadece görme aracı değildir. O, gözü, tarafgir bir ayna olarak kullanmaktadır. Bu bakımdan görünenin niceliğini değil görenin niteliğini belirlemesi açısından gözün ideolojik bir gereç olduğunu söyleyebiliriz. Zira emperyalizmin akla yerleşmesinden beri görüntü, görenin araştırdığı değil gösterenin maruz bıraktığı hazır biçimdir. Bu bakımdan Sakız’ın resimlerinde göz, kafanın yerini alacak kadar büyüyerek “Farkındayım” imajı oluşturmaktadır. Böylece göz motifiyle sanatçı bir anlamda, “her şeyi görüyorum”. “Zihniyetini okuyabiliyorum. Tasarladığın suçu, işlediğin cürmü algılayabiliyorum.” diyor.

Zeynep Sakız resimlerinde öne çıkan motiflerden biri de eldir. Bedende simetrisini barındırması ve zıddıyla kavuşabilmesi bakımından dayanışma, anlaşma, bir olma açısından imgelenen çift el yerine tek ve biçimsiz uzun el tasvirleri, sanatçının el ele tutuşup kurulacak bir gelecek yoktur fikrini dışa vuruyor. Bir anlamda eril kendi geleceğini kurmuş, kadını kendi duygu duvarıyla çevreleyerek trajik bir yaraya hapsetmiştir. Kadının kilitlendiği hapishane, resimlerde sürekli formu bozulmuş olarak karşımıza çıkan kalptir. Kalbi delip geçen firkete motifi ile kadının hayata zapt edilişinin dışa vurulduğu söylenebilir.

           
     
El motiflerine benzer şekilde tek olarak tasvir edilen bacak motifi, dengede durmak, yön belirlemek, irade gösterip hareket etmek, üretken üçgeni temsil etmek açısından hayati bir organdır. Fakat sanatçının resimlerinde eksik bıraktığı bacak ile erili temsil ettiğini; bu şekilde kendi yönünü kendi tespit etme, eril yönlendirmesine karşı önlem alma girişimiyle örtük bir itaatsizlik içinde olduğunu belirttiği söylenebilir.

Tek organlar arasında çatışma yaratan sanatçının, cinsel organı bir organ olmaktan öte, kafa karıştırıcı bir iplik yumağı şeklinde ifade ettiği görülmektedir. Böylece eril gözün, kadın bedenindeki çağrışımına gönderme yapan sanatçı, iplik yumağı ile örtülen cinsel organın kafa karıştırıcı belirginliğini bir düğüme benzetmekle eril ideolojinin hiyerarşik temellenmesindeki bakış açısının sığlığını vurgulamıştır.

Diğer taraftan, Sakız’ın dikkat çeken imajlarından biri de tek memeli kadın figürleridir. Bu figürlerden anne veya eş olma ediminden sıyrılan kadının, modern öznenin hammaddesi olmayı reddettiği üzerine geliştirdiği düşünce ile erkeğe eşit baktığını fakat erkeğin eşitlik bağlamı dışında kaldığını vurguluyor. Bu nedenle de sanatçı, eril düşünceyi sınırlandırmak için onunla kendi bedeninde hesaplaşıyor. Diğer çift organları gibi meme sayısını da teke indirgeyerek bilinçaltının çukurunu örtmeye hatta oradan kurtulmaya çalışıyor.

Söz konusu bağlamı derinlemesine irdelediğimizde sanatçı, eril bakışıyla belirlenen kadın bedenini boş beden olarak şekillendiriyor.  Zira her iki cinsiyet birbirinin boşluğunu üzerinde taşıyarak var oluyor. Bu nedenle de aşk, sevgi,  tutku, vb. istek biçimleriyle birbirlerine çağrılıyor. Sanatçıya göre bu çağrılmada erkek, bütün seslere kulak tıkayarak kendi bedeni gibi kullanmaya kalkıştığı kadın bedeninin hürriyetini aşk, sevgi, tutku, vb. söylemiyle engelliyor.  Bu nedenle de sol memeyi yok eden Sakız, erilin ulaştığı kalbi giysisinden soyarak anlamsızlaştırıyor. Böylece muhatabına, “Bu fikrinin farkındayım bayım, gerçeklik olarak önerdiğin aslında gerçek olmayan bir gerçeklik.” diyor.

Zeynep Sakız resimlerinde söylem sadece eril bencillik ve duygusal kölelik üzerine kurulmamıştır. Barkod, balon, ev, yaldız motifleri, modern yaşamın cazibesinin de bu trajedide önemli rolü olduğu yönünde fikir vermektedir. Dolayısıyla genel yaşam koşulları içinde kentli olma hevesi, özgür birey söylemi, mülkiyet isteği, özgür toplum söylemi, vb. de alt metin olarak eleştiriden nasibini almaktadır. Zira sanatçı sadece psikanalizle içli dışlı bir varlık olarak davranmayıp eleştirisini sosyoloji açısından da ele alarak çok yönlü bir şekilde yapmıştır. Bu bağlamda kâğıt külahları kullanan sanatçı, tüketimin modern bir hastalık olduğunu, kapitalizm tarafından sahte bir özgürlük bilinci oluşturmak üzere kullanıldığını dışa vurmaktadır. Zira tüketen birey kendisini, kentin sosyal ortamına dâhil etme olanağı bulmaktadır. Bunu vurgulamak üzere olsa gerek Sakız, üzerinde apartman motifi işlenmiş balonları, kimi zaman figürlerinin boynuna iple bağlamış kimi zaman yüzü boş figürlerinin eline tutuşturmuştur.
                               
Diğer taraftan sanatçı, tüketimi yanlış anlayan bireyin barkod asılı bedenindeki tüketim isteğiyle, tükettirenin oyuncağı haline getirildiğini vurgulamaktadır. Hatta bazı resimlerde ağaç motiflerine de barkod iliştiren Sakız, doğanın insan elinde hunharca tüketilişini ve hatta erilin her şeyi kendisi gibi düşünmeye ittiği fikrini anımsatırken, batıl inançların modern inançlarla ironik bağını da vurgulamaktadır.

       
                    
Zeynep Sakız resimlerinde ayna motifi, bireye kendini gösterme işlevi dışında, mevcut düşüncenin gösterme aracı olarak ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan gri ve beyaz tonlarda boyalı bedenlerin bazı bölümlerini yaldızla renklendiren sanatçı, ihtiyaçla imaj arasındaki çatışmayı, insan bedeninde kapitalist bir argüman olarak ele almayı denemiştir. Bu açıdan bakıldığında eril bireyin nesnesi durumundaki beden, modern toplumun mekânı olarak şekillenmiştir. Dolayısıyla mekân olarak bedeni, ilkel çağrışımlar dışında modernin kurmaca alanı olarak nitelemek mümkündür. Bedeni yönlendirdiği ölçüde başarılı olan modern ideoloji, insanın her özgürlük açıklamasında hür olma eğilimini yok edip yalancı ve sanatçı açısından yabancı bir harekete hapsetmiştir.

Yukarıda sıralanan korunma içgüdüsüyle dışa vurulmuş imajlar, Zeynep Sakız resimlerinde eril ideolojinin tümüyle dışlandığını anlamamıza neden olsa da zeytin yaprağı, kuş, balık, vb. motifler sanatçının barışçıl arayışlara yöneldiği konusunda da fikir edinmemizi sağlıyor. Bu nedenle sanatçının iyimserliği bütünüyle elden bırakmadığını söylemek de mümkün. Her ne kadar, bazı resimlerinde susuz atmosferde uçan balık motifiyle yer değiştirse de kuş motifleri ve zeytin yapraklarıyla vurguladığı üzere, insana özgür bir yan kaldığı inancı dikkat çekmektedir. Zira olağan olumsuzluklara alışan sanatçı da zihninde her insan gibi dünyadan kaçacak bir cennet imgesini barındırmaktadır. Zira her türlü olumsuzluk mekân ötesi bir olumluluk mekânına inanma eğilimi doğurmakla meşhurdur…

Yukarıda söylenenlerden yola çıkarak, sanatçının yaşadığı dönemin aktif ve duyarlı bireylerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle kendi dönemini eleştirmekle başlar işe. Çünkü dönemi her ne kadar kendini üretmiş olsa da bütün olumsuzluklarının sebebidir. Çağdaşı problemlerle yaşadığı için çağdaşı problemleri irdelemiştir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gülten Akın’ın “Sonra İşte Yaşlandım”ı üzerinden: Susku / Fatih Çodur

“Bir roman kadar uzun bu tümce, -sonra işte yaşlandım…”  Gülten Akın, “Sonra İşte Yaşlandım” kitabına yukarıdaki dizelerle başlıyor. Yani “kısa şiir/...”lerin “bir’incisiyle. Öyle gözüküyor ki bu sesli ifade (sonra işte yaşlandım), daha en baştan kitabın bütününde kullanılacak yöntemin sunumunu yapıyor okuyucuya. “Sizlere birkaç tümcelik adımlarla, çok bir yol aldıracağım” deniliyor. Çok sesli ifadelerle birer monolog-şiiryaratılacak kanısı veriliyor. Elbette konu bütünlüğünün bozulmaması için şu açıklamayı yapmamız gerekir. Şiirin başlı başına bir monolog olduğu düşünülebilir. Onun, bir dışa vurumdan farklı olarak, bir iç konuşma olduğu gerçekliği yadsınamaz. Fakat kendi havzasında oluşturduğu özgün dil nedeniyle monolog’dan semantik bakımdan da ayrılır. Bundan dolayı, kitaptaki bu yaklaşım biçimini şöyle ifade etmemiz daha doğru olacaktır:  Yazıda “sonra işte yaşlandım” dize’sinin, ‘dizecik’ kelimesiyle ifadelendirilmesinin sebebi, kitaptaki “kısa şiir/…”leri ...

2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ…

   2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ… Sanatçıçalışıyor tarafında düzenlenen 2. Minyatür Çalıştayı, Kocaeli Karamürsel ve Yalova Altınova’da yirmi sanatçının katılımı ile gerçekleştirildi. Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen çalıştay, Doç. Ruhi Konak başkanlığında projelendirilerek gerçekleştirildi.             22 Ağustos 2002 pazartesi günü saat 09.00’da Karamürsel Öğretmenevi etkinlik salonunda başlayan çalıştay, aynı gün 18.00’da Yalova Elgelsiz Sanat Galesi’nde açılışı Vali Muammer Erol, Emniyet Müdürü Göksel Topaloğlu ve İl Kültür Müdürü Şeref Tali’nin katılımıyla yapılan ‘Işılay Konak Kişisel Restorasyon Sergisi’ ve ‘Mine Dilber Kişisel Tezhip Sergisi’ ile devam etti. 23 Ağustos 2002 tarihlerinde Karamürsel Öğretmen evinde devam eden çalıştay 24 Ağustos 2022 çarşamba günü Altınova Belediyesi Hersek Lagünü Kuş Gözlemevi’nde gerçekleştirildi. Sabah Gözlem...

Güzelliği Bağışlayan / Damla Nur AKKİRPİ

Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Beni koruyan peygamberin omzuna yaslanıp zamanı seyrediyorum. Tam da bu zamanlar kadınlık çağım görmediğiniz, ışıklı suda bekleyen o çocukları ben doğuracağım. Bağışlayın ama benim de güzelliğim var. Çocukluğumdan attığınız top canımı kırdı, Bana bir can borcunuz var. Gerekirse toplayın pılımı pırtımı başka şehire gönderin beni. Can kırıkları olmayan bir şehire, kanımdan kesik götüreceğim. Ben ki bir peygamber ümmetiyim, benim en korunaklı yanım peygamberim. İnanmayacaksınız ama benim de güzelliğim var. Ellerimde açan deniz, çiçeklerden erken getiriyor baharı. Ben şimdi bir doğu, bir batı kanadıyım yaşamın. Dünyanın yuvarlak oluşundan evrilen, harita kadar derin bir noktayım peygamberlerin yüzünde. Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Şu çirkin yağmurunu sileyim gözlerimin bir de bana öyle bakın, peygamber gözüyle. Dudaklarımdaki ilahiyi sessizliğimden tadın. Bağışlayın, bağışlayın ama benim de ...