Modernizm,
insanı yeniden icat etti diyorum. Bu iddialı gibi görünse de gerçekte iddiası
olmayan bir cümle. Çünkü kimse bunun tersi yönde bir fikre itimat etmeyecektir.
Kime sorarsanız sorun modern insan kendinden başkasına benzemeyen farklı bir
bireydir. Gelişmişliğini ve geriliğini, yeryüzünün nimetlerine, bilime ve
kendine borçludur. Rönesans, insanı tanrıdan kurtarmak için elinden geleni
yaptı diyorum sonra. Kaosu sözle bütünleyen vahyin, insanı engellediğini
düşünüp evrenden bağımsız bir dünya kurdu. Bu da iddialı gibi görünse de
gerçekte iddiası olmayan bir cümle. Çünkü Rönesans’tan beri dünya, insan
tarafından zapt edilmiş küçük kutsal bir küredir. Bu kürede evrensellik
öğretilmiş bir bilgi, üretilmiş bir biçim ve sermayenin yönlendirdiği bir
kurgudur. Hatta bana kalırsa Rönesans’tan moderne evren, bir simülasyondur: Düş
görmesini bilenler için gerçek, düş göstermesini bilenler için hakikattir.
Peki,
sanat nedir? Bu soruya nasıl bir cevap verirseniz verin doğru cevap
olmayacaktır. Çünkü insani bir davranış olması açısından kapsayıcı bir sanat
tanımı bulmak mümkün değildir. Her cevap görecedir: Müzedeki bardakla sofradaki
bardak bir değildir mesela. Bu alaycı bir ifadedir aslında… ama öyledir.
Bütün
bunları söylerken her şey tamam da sanatçı kimdir?. Bu çok saçma bir soru bana
kalırsa. Zira sanatçının kim olduğu sorusuna, günümüz mekânında durarak doğru
bir cevap vermek mümkün değildir. Herkes biraz sanatçıdır aslında ve hiç kimse
biraz sanatçı değildir.
BU
KADAR YETER DİYORUM, NE SÖYLEMEK İSTİYORSAN ONU SÖYLE.
Rönesans’ın,
insanı kendi çevresiyle sınırlandırdığı günden beri sanat, tarih boyunca
değişmediği kadar değişti. Biçim, tekâmül etmek bir yana biçimsizleşme hatta
sanatsızlaşma yolunda sürekli evrilerek hangi eseri nasıl beğenmeliyiz
sorusunun cevabını, anlamsız bıraktı. Estetik beğeni, ideolojik kalıplara
dökülmüş ağrı kesici ilaç gibi yeniden üretildiği için sanatseveri moda
manyağına dönüştürdü. Sanat yapmak, eser üretmekten başka çaresi olmayan insan
olarak tanımlanacak sanatçı sayısı azalırken; sanat, hayattan bir kaçış değil de hayata kaçış olarak tanımlandı. Bu sebeple
olsa gerek, sanat eseri, ticari ürün hüviyeti kazandı.
Doğrusunu
söylemek gerekirse modern dünyada, aklı başında üç beş sanatçı dışındakilere
soytarı olmaktan başka rol biçilmemiştir. Şöhret, şehvet ve sermaye
yaratıcılığı besleyen yegâne unsur olarak belirlenmiş; sanatçının çılgınlığı
eserin önüne geçmiştir. Reklamla palazlandırılan imaj, sanatseveri güçlünün kazandığı
demokratik bir aptala dönüştürürken, kendisini yeteneğiyle ifade edemeyen
sanatçı kurnaz olmaya yönlendirilmiştir.
Durum
böyleyken, gerçek sanatçının bu modern
kurgudan kaçmaktan başka çaresi kalmadığı söylenebilir. Bunu başarmanın yolu,
bana kalırsa, tanımsızlık oluşturarak bilimsellikten uzaklaşmaktır. Zira sanatçının
kaynağı, bilinmezdir. Doğada itiraz ettiği her neyse onun bilinmezliği… Çünkü
sanat veya sanat eseri bir bilme aracı değildir. İfade aracıdır. Sanatçı da
filozof değildir. O bildiğini ifade etmez. Duyup gördüğünü, hissedip sezdiğini
ifade eder. İfadesinin de iradesinin de kesinliği yoktur. Çünkü sanatçının
ifade ettiği ile izleyicinin anladığı şey çoğunlukla aynı şey değildir. Sanatçı
ve izleyicinin yaşam tecrübeleri laboratuvar koşulları dışında ve bağımsız
olarak biçimleneceğinden mutlak anlam ortaya çıkmayacaktır… Sanatçının ifade
ettiği şey, izleyicinin anladığı şey olmasa da anlayanın ifade edilen
olmaksızın öyle anlayamayacağını bilmemiz, sanatçının çoğu zaman her birey için
özel anlam ürettiğini söylemekte sakınca yoktur…
İnsan
bazen bir şey söylemek için bir sürü şey söylüyor diyorum. Rönesans, modern,
sanat, bilim, sanatçı, bilinmezlik, vs. Söylediğim her şey, bu zalim dünyada sanatçının çıkış yolu bulmak
için kendini parçalayıp her parçasında sezdiği hakikati ifade etmeye
çalıştığını vurgulamak içindir.
Suçlusu
kimdir bilinmez ama bu küçük kutsal küre çatlayalı çok olmuş diyorum… İnsan
kendisini vura vura çatlatmış güzelim dünyayı, hem de kendine vurulduğunu iddia
ederek. İşte bu noktada başlıyor ZEYNEP SAKIZ RESİMLERİ... Bireyin kendisini sakladığı
için çatlayarak dışa döküldüğü birer belge olarak.
Modern
insanın sanatla ilişki kurma biçiminden olsa gerek, Zeynep Sakız resimlerine
bakınca, biçimi müstehcen kavramı bağlamında ele almak istiyorum. (Müstehcen
derken beni yanlış anlamayın lütfen, nüden bahsetmiyorum.) Bahsettiğim
müstehcenlik, bulunduğu ortamda doğal olarak maruz bırakıldığı anlamın, sanatçı tarafından eleştirilmesi sırasında
biçime bulaşan sır, imaj ve gerçeklik çatışması ile ilgilidir. Zira sanatçı,
modern dünyanın kusursuz görüntüsüyle perdelenen fakat gerçekte göründüğü kadar
cazip olmayan dip görüntüyü taşıyor resimlerini. Bunu yaparken de kendisinin
başkasının gözündeki imajını yine başkasına gösteriyor. İşte sırf bu vesileyle,
ötekinin zihnini okuduğunu iddia edip müstehcen bir tavırla, modern bireyin
utanma ve edep duygusunu inciterek başlıyor işe.
Bir
çeşit oto portre olarak biçimlendirdiği resimlerinde çıplak figürler kullanan
Sakız, zihninde yer eden yadsımayı izleyicinin yüzüne vuruyor: Modern dünyada
birey olarak kadın, erkekle eşit düzeleme taşınırken özgürlüğünün cinsiyet
rolleri üzerinden pekiştirilmeye çalışıldığını söylüyor. Beden hürriyetini,
düşünce hürriyeti ile eş tutmak yoluyla eril pornografiyi önlediğini düşünen
modern aklın, bedeni yok ettiğini ifade ediyor. Zira cinsiyet rollerini beden
üzerinden belirleyen modern biçim, kadını görünür kılması açısından değerli bir
fikir gibi görünse de görenin hürriyetini sınırlandıramadığı için eril pornografinin
önüne geçememiştir. Dolayısıyla modern kadın, asırlardır olana benzemeyen bir
şekilde fakat yine yalnız ve beden ölçüleri ile anlamlıdır. Eril,
egemenliğinden vaz geçmediği sürece de böyle kalacaktır.
Tek
ya da grup figür çalışmalarında mekâna yer vermeyen sanatçı, arka fona
yerleştirdiği siyah gölgelerle elde ettiği dağ, bitki vb. motiflerle mekân
yanılsaması oluşturuyor. Böylece belleğin trajik içeriğini su yüzüne çıkaran
sanatçı, mekânın biçimsizliğine dikkat çekerken mekânı kurgulayanın,
mekândakini de bilinçsizliğe ittiği yönünde fikir edinmemize olanak sağlıyor.
Zira modern mekânda bulunmak, Rönesans düşüncesinin dayattığı özneye görelikle
açıklanmayacak kadar karmaşıktır. Ortaya çıktığı anda suçu kendi üzerinden
atmak isteyen modern özne, mekânı Ortaçağ öncesi pozisyonuna taşıyarak kendisini
kaosa gizlemiş, egemenliğinden kaynaklanan her türlü suçu nesneye ve nesnenin
ortaçağ modellemesine atmıştır. Bunu yapmak içinde ilk olarak mekânı manipüle
ederek, parçalayarak özne hiyerarşisini perde arkasına almıştır. Zira ona göre
sadece güçlüler eşittir ve buna karşı çıkmadığı sürece nesne aptaldır.
Sakız’ın
resimlerinde bellek, trajediyle bütünleşmektedir. Zira içe atılmış problem
yumağı kadın hürriyeti ile sınırlandırılmış gibi görünmektedir. Onun
resimlerinde kadın hürriyeti, beden ve çevre arasına kurulmuş bir hücre olarak
şekillenmiştir. Bu nedenle de sanatçı bedene ve çevreye karşı ön yargı
geliştirmiş gibidir. Merkezdeki eksik figürü çevreleyen biçimsiz tek elli, tek
kollu, tek gözlü, tek bacaklı ve yüzü olmayan figürlerde, eril toplumun
izlerini silmeye çalışmıştır. Konu bu açıdan ele alındığında, sanatçıya göre
bedendeki ikiz organlardan birinin erkeği temsil ettiği ve böylece evrensel
paydaşların bedeni oluşturduklarını söyleyebiliriz. Ona göre, problemden
kurtulmanın yolu eril birleşmeden ve bütünlük ilkesinden kurtulmak, öğretilmiş evrenselliğe karşı fikir
geliştirmekten geçmektedir.
Anlaşılacağı üzere, tek organlı figürlerde cinsiyet tanımlamasını kadın üzerinden yapan sanatçı, kadın bedeninin ideolojik bir kadavraya dönüştürüldüğünü fısıldıyor: Kurmaca bir iyimserlikle sürüklendiği yaşamda eril isteklere yönlendirilmiş, kadınlık gururu ve karakteri örselenmiş birey, artık Ortaçağdaki şeytani varlık değildir. Fakat daha kolay tanımlandığı için olağan yenilmiştir. Mücadele edilen değil mücadele etmesi gerekendir. Bu nedenle de sanatçı mücadelesini tanrıyı, büyüyü veya miti eleştirmekle değil insanı eleştirmekle yürütüyor.
Kadın
figürlerinde çift organları teke indirerek bedenden silen sanatçı, erkeğin
sevgisini güvenilmez bir iktidar gereci olarak algıladığını haklı olarak dışa
vurmaktadır. Erilin, eşitlik bilinciyle yerleştiğini iddia ettiği kadın
bedeninde, adalet ve özgürlükler anlamında hakikatle çatıştığını söylemek de
mümkündür. Bu nedenle organlardaki doğal zıtlığı ortadan kaldıran sanatçı,
modern olsa da eril iktidara karşı feminist bir ön yargı geliştirip “Düşüncenin
farkındayım.” diyerek itaatsizlik önermesinde bulunmaktadır.
Zeynep
Sakız resimlerinde biçim, ilkel çağrışımlara olanak sağlaması açsından dikkat
çekicidir. Bu durum ilk bakışta, biçimci bir yaklaşım olarak
değerlendirilebilir. Fakat ifadenin dışa vurdukları açısından bir biçim sorunu
olmaktan öte, psikanalitik bir arayışa dayalı olarak şekillendiği söylenebilir.
Zira Sakız’ın resimlerinde biçim ifadeyle örtüşmesi açsından kurmaca etkisi
göstermeden, gayet yerinde ve en ham haliyle bile derin bir reflektör işlevi
görmektedir. Ayrıca biçimin ilkelliği, trajedinin duygunun sızdığı çatlaktan
içeri doğru yoğunlaştığını göstermesi açsından dikkat çekicidir.
Rengin
gri tonlarında belirginleştiği resimlerinde yalnızlık batağında çaresiz
bırakıldığını dışa vuran sanatçı, daha sonraları renklendirmeye başladığı
resimlerinde, yalnızlığın güçlü bir direniş mekânı olduğunu hatta itildiği
bataklıktan kurtulmaktan başka çaresinin olmadığını anlamış olmanın sevincini
dışa vurmaktadır.
Sanatçının
küçük ebatlı resimlerinde yüz, göz, el, bacak, meme, cinsel organ, ayna,
firkete, zeytin yaprağı, kuş, balık, barkod, balon, ev, yaldız, vb. motiflerle
sık sık karşılaşılmaktadır. Resimlerinde tasvir ettiği figürlerin yüzlerini
eksik ve ifadesiz resmeden sanatçı, bir bilinçaltı cümlesi olarak büyük
ihtimalle “Yüzler yalancıdır” cümlesini fısıldıyor bize. Bakışların baştan
çıkarıcılığı ile aldatılan kişi, baştan çıkarıcıyı bu şekilde yargılıyor.
Yüzsüzlüğü, ötekine karşı kendini koruduğu bir körlük çeperi olarak
kullanıyor.
Yüzü
boşaltan sanatçı göz motifini ön plana çıkararak yüzü göz olarak tasvir etmek
istiyormuş gibi bir intiba bırakıyor. Bu nedenle Sakız’ın resimlerinde göz,
dikkat çekici bir önceliğe sahiptir. Onun için göz, sadece görme aracı
değildir. O, gözü, tarafgir bir ayna olarak kullanmaktadır. Bu bakımdan
görünenin niceliğini değil görenin niteliğini belirlemesi açısından gözün
ideolojik bir gereç olduğunu söyleyebiliriz. Zira emperyalizmin akla
yerleşmesinden beri görüntü, görenin araştırdığı değil gösterenin maruz
bıraktığı hazır biçimdir. Bu bakımdan Sakız’ın resimlerinde göz, kafanın yerini
alacak kadar büyüyerek “Farkındayım” imajı oluşturmaktadır. Böylece göz
motifiyle sanatçı bir anlamda, “her şeyi görüyorum”. “Zihniyetini
okuyabiliyorum. Tasarladığın suçu, işlediğin cürmü algılayabiliyorum.” diyor.
Zeynep
Sakız resimlerinde öne çıkan motiflerden biri de eldir. Bedende simetrisini
barındırması ve zıddıyla kavuşabilmesi bakımından dayanışma, anlaşma, bir olma
açısından imgelenen çift el yerine tek ve biçimsiz uzun el tasvirleri,
sanatçının el ele tutuşup kurulacak bir gelecek yoktur fikrini dışa vuruyor.
Bir anlamda eril kendi geleceğini kurmuş, kadını kendi duygu duvarıyla
çevreleyerek trajik bir yaraya hapsetmiştir. Kadının kilitlendiği hapishane,
resimlerde sürekli formu bozulmuş olarak karşımıza çıkan kalptir. Kalbi delip
geçen firkete motifi ile kadının hayata zapt edilişinin dışa vurulduğu
söylenebilir.


El
motiflerine benzer şekilde tek olarak tasvir edilen bacak motifi, dengede
durmak, yön belirlemek, irade gösterip hareket etmek, üretken üçgeni temsil
etmek açısından hayati bir organdır. Fakat sanatçının resimlerinde eksik
bıraktığı bacak ile erili temsil ettiğini; bu şekilde kendi yönünü kendi tespit
etme, eril yönlendirmesine karşı önlem alma girişimiyle örtük bir itaatsizlik
içinde olduğunu belirttiği söylenebilir.
Tek
organlar arasında çatışma yaratan sanatçının, cinsel organı bir organ olmaktan
öte, kafa karıştırıcı bir iplik yumağı şeklinde ifade ettiği görülmektedir.
Böylece eril gözün, kadın bedenindeki çağrışımına gönderme yapan sanatçı, iplik
yumağı ile örtülen cinsel organın kafa karıştırıcı belirginliğini bir düğüme
benzetmekle eril ideolojinin hiyerarşik temellenmesindeki bakış açısının
sığlığını vurgulamıştır.
Diğer
taraftan, Sakız’ın dikkat çeken imajlarından biri de tek memeli kadın
figürleridir. Bu figürlerden anne veya eş olma ediminden sıyrılan kadının,
modern öznenin hammaddesi olmayı reddettiği üzerine geliştirdiği düşünce ile
erkeğe eşit baktığını fakat erkeğin eşitlik bağlamı dışında kaldığını
vurguluyor. Bu nedenle de sanatçı, eril düşünceyi sınırlandırmak için onunla
kendi bedeninde hesaplaşıyor. Diğer çift organları gibi meme sayısını da teke
indirgeyerek bilinçaltının çukurunu örtmeye hatta oradan kurtulmaya çalışıyor.
Söz
konusu bağlamı derinlemesine irdelediğimizde sanatçı, eril bakışıyla belirlenen
kadın bedenini boş beden olarak şekillendiriyor. Zira her iki cinsiyet birbirinin boşluğunu
üzerinde taşıyarak var oluyor. Bu nedenle de aşk, sevgi, tutku, vb. istek biçimleriyle birbirlerine
çağrılıyor. Sanatçıya göre bu çağrılmada erkek, bütün seslere kulak tıkayarak
kendi bedeni gibi kullanmaya kalkıştığı kadın bedeninin hürriyetini aşk, sevgi,
tutku, vb. söylemiyle engelliyor. Bu
nedenle de sol memeyi yok eden Sakız, erilin ulaştığı kalbi giysisinden soyarak
anlamsızlaştırıyor. Böylece muhatabına, “Bu fikrinin farkındayım bayım,
gerçeklik olarak önerdiğin aslında gerçek olmayan bir gerçeklik.” diyor.
Zeynep
Sakız resimlerinde söylem sadece eril bencillik ve duygusal kölelik üzerine
kurulmamıştır. Barkod, balon, ev, yaldız motifleri, modern yaşamın cazibesinin
de bu trajedide önemli rolü olduğu yönünde fikir vermektedir. Dolayısıyla genel
yaşam koşulları içinde kentli olma hevesi, özgür birey söylemi, mülkiyet
isteği, özgür toplum söylemi, vb. de alt metin olarak eleştiriden nasibini
almaktadır. Zira sanatçı sadece psikanalizle içli dışlı bir varlık olarak
davranmayıp eleştirisini sosyoloji açısından da ele alarak çok yönlü bir
şekilde yapmıştır. Bu bağlamda kâğıt külahları kullanan sanatçı, tüketimin
modern bir hastalık olduğunu, kapitalizm tarafından sahte bir özgürlük bilinci
oluşturmak üzere kullanıldığını dışa vurmaktadır. Zira tüketen birey kendisini,
kentin sosyal ortamına dâhil etme olanağı bulmaktadır. Bunu vurgulamak üzere olsa
gerek Sakız, üzerinde apartman motifi işlenmiş balonları, kimi zaman
figürlerinin boynuna iple bağlamış kimi zaman yüzü boş figürlerinin eline tutuşturmuştur.
Diğer
taraftan sanatçı, tüketimi yanlış anlayan bireyin barkod asılı bedenindeki
tüketim isteğiyle, tükettirenin oyuncağı haline getirildiğini vurgulamaktadır.
Hatta bazı resimlerde ağaç motiflerine de barkod iliştiren Sakız, doğanın insan
elinde hunharca tüketilişini ve hatta erilin her şeyi kendisi gibi düşünmeye
ittiği fikrini anımsatırken, batıl inançların modern inançlarla ironik bağını
da vurgulamaktadır.




Zeynep
Sakız resimlerinde ayna motifi, bireye kendini gösterme işlevi dışında, mevcut
düşüncenin gösterme aracı olarak ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan gri ve beyaz
tonlarda boyalı bedenlerin bazı bölümlerini yaldızla renklendiren sanatçı,
ihtiyaçla imaj arasındaki çatışmayı, insan bedeninde kapitalist bir argüman
olarak ele almayı denemiştir. Bu açıdan bakıldığında eril bireyin nesnesi
durumundaki beden, modern toplumun mekânı olarak şekillenmiştir. Dolayısıyla
mekân olarak bedeni, ilkel çağrışımlar dışında modernin kurmaca alanı olarak
nitelemek mümkündür. Bedeni yönlendirdiği ölçüde başarılı olan modern ideoloji,
insanın her özgürlük açıklamasında hür olma eğilimini yok edip yalancı ve
sanatçı açısından yabancı bir harekete hapsetmiştir.
Yukarıda sıralanan korunma içgüdüsüyle dışa vurulmuş imajlar, Zeynep Sakız resimlerinde eril ideolojinin tümüyle dışlandığını anlamamıza neden olsa da zeytin yaprağı, kuş, balık, vb. motifler sanatçının barışçıl arayışlara yöneldiği konusunda da fikir edinmemizi sağlıyor. Bu nedenle sanatçının iyimserliği bütünüyle elden bırakmadığını söylemek de mümkün. Her ne kadar, bazı resimlerinde susuz atmosferde uçan balık motifiyle yer değiştirse de kuş motifleri ve zeytin yapraklarıyla vurguladığı üzere, insana özgür bir yan kaldığı inancı dikkat çekmektedir. Zira olağan olumsuzluklara alışan sanatçı da zihninde her insan gibi dünyadan kaçacak bir cennet imgesini barındırmaktadır. Zira her türlü olumsuzluk mekân ötesi bir olumluluk mekânına inanma eğilimi doğurmakla meşhurdur…
Yukarıda sıralanan korunma içgüdüsüyle dışa vurulmuş imajlar, Zeynep Sakız resimlerinde eril ideolojinin tümüyle dışlandığını anlamamıza neden olsa da zeytin yaprağı, kuş, balık, vb. motifler sanatçının barışçıl arayışlara yöneldiği konusunda da fikir edinmemizi sağlıyor. Bu nedenle sanatçının iyimserliği bütünüyle elden bırakmadığını söylemek de mümkün. Her ne kadar, bazı resimlerinde susuz atmosferde uçan balık motifiyle yer değiştirse de kuş motifleri ve zeytin yapraklarıyla vurguladığı üzere, insana özgür bir yan kaldığı inancı dikkat çekmektedir. Zira olağan olumsuzluklara alışan sanatçı da zihninde her insan gibi dünyadan kaçacak bir cennet imgesini barındırmaktadır. Zira her türlü olumsuzluk mekân ötesi bir olumluluk mekânına inanma eğilimi doğurmakla meşhurdur…
Yukarıda
söylenenlerden yola çıkarak, sanatçının yaşadığı dönemin aktif ve duyarlı
bireylerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle kendi dönemini
eleştirmekle başlar işe. Çünkü dönemi her ne kadar kendini üretmiş olsa da
bütün olumsuzluklarının sebebidir. Çağdaşı problemlerle yaşadığı için çağdaşı
problemleri irdelemiştir.






Yorumlar
Yorum Gönder