[[ Âdem o ki; ‘düşünme’siyle
ayrılır diğer varlıklardan. Buna ‘düşünmesi’ yerine, ‘düşüncesiyle’ demek daha
doğru olacaktır. Çünkü asıl değere sahip olan: ‘düşüncesi’ olan âdem’dir. Onu
diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, ‘düşünme yetisi’dir. Âdemi diğer
canlılardan ayıran ‘düşünme yetisi’, âdemi âdemden ayıran ise hiç şüphesiz:
‘düşünce’dir! ]]
Ön Söz:
Düşünce ve düşünme kelimeleri
zaman zaman aynı anlamlarda kullanılsa da, biz bu yazıda geçen “düşünce”
kelimesini; “düşünme yetisi” olarak değil, “düşünce eylemi, yaşam biçimi haline
getirilmiş düşünme” anlamında kullanacağız. Bu nedenle yazıdaki “düşünce”
kelimesi; “bilginin sezgi ve mantık yoluyla analiz edilip içselleştirilmesi ve
bir takım problemlerin bu yolla saptanarak bunlara çözümler sunulması”, daha
yalın bir ifadeyle “aklın bilinenden bilinmeyene doğru hareketi” olarak
okunmalıdır.
Orta Söz:
Düşünme eylemi hakkında günbegün
yeni yorumlar ortaya atılmaktadır. Fakat çoğunluğunun odağında olan tek gerçek:
Düşüncenin tarihinin insanın tarihi olduğu’dur. Evet, düşüncenin tarihi insanla
başlar! Düşüncenin tarihi insanın tarihidir. Bu klasik söylem bizi şu soruya
götürür: Ama hangi insan?
Bu soruya; “ilk insanın” cevabını
vermek yanlış olmaz. İlk insanın, yani Hz. Âdem’in; Âdemin, yani: adam’ın… Âdem o ki; ‘düşünme’siyle
ayrılır diğer varlıklardan. Buna ‘düşünmesi’ yerine, ‘düşüncesiyle’ demek daha
doğru olacaktır. Çünkü asıl değere sahip olan: ‘düşüncesi’ olan âdem’dir. Onu
diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, ‘düşünme yetisi’dir. Âdemi diğer
canlılardan ayıran ‘düşünme yetisi’, âdemi âdemden ayıran ise hiç şüphesiz:
‘düşünce’dir!
Düşünce, sadece hayvanlardan
farklı kılmaz bizi, insanlarla da aramıza keskin bir çizgi çeker. Bu çizgi
erdemin, hakikatin, anlamın çizgisidir. Erdemli olan eylemdir, yani düşünmek,
eylemek, hareket etmektir. Düşünme konusu üzerine önemli tespitlerde bulunan
Pascal, Düşünceler isimli o müthiş kitabında düşüncenin önemini şu şekilde
anlatmıştır:
“İnsana büyüklük sağlayan
düşüncedir. Ben değerimi gövdemle kapladığım yerde değil, düşüncelerimin
düzeninde arayabilirim. Bizim bütün önemimiz düşünceden dolayıdır. Bundan
geliyor bizim kendimizi büyük görüşümüz.”
Pascal’ın ifade ettiği büyüklük
“değer” anlamındaki büyüklüktür. İnsana değer ve anlam katan, düşünce’sidir.
İnsan, bedeniyle ancak hacmi, kütlesi ve ağırlığı bakımından
değerlendirilebilir, dolayısıyla sonuç bir nevi matematiksel değerler
bütününden öteye gitmez. Fakat düşünce, erdemli olmanın ta kendisidir. Erdemli
olmak, yaratılma sebebine riayet edebilecek düzeye erişmek için her daim
hareket üzerinde olmaktır. Aynı kitapta Pascal’ın şu cümlelerini de okuyoruz:
“İnsan düşünmek için yaratılmış
besbelli; onun bütün önemi, tüm kazancı budur; görevi de düşünmektir, kendi
varlığına yaraşır nitelikte.. Ben elsiz, ayaksız, başsız bir insan
düşünebilirim, ama düşüncesiz bir insan düşünemem, düşünsem ancak bir taş, ya
da yırtıcı bir hayvan düşünürüm.”
Yukarıdaki pasajda, Pascal’ın
“başsız bir insan düşünebilirim, ama düşüncesiz bir insan düşünemem” sözleri bu
meyanda dikkat edilmeye değerdir. Pascal, “başsız bir insan” derken ‘düşünce ve
düşünme’ye değil, ‘düşünme yetisi’ne vurgu yapmıştır. Peki, ‘başsız bir insan’
nasıl düşünebiliriz? ‘Başsız bir insan’dan kasıt, “aklî melekeleri yerinde
olmayan insan”dır elbette. “Aklî melekeleri yerinde olan insan” düşünme
eyleminden uzaksa, aklının hükmü yoktur. Bu düşünce, Pascal’ın sözlerine
bakışla, pek de mübalağa sayılmaz. İnsanın var olma amacı düşünme eylemidir,
düşünce’siz var olma iddiasında bulunan insanın akla sahip olduğunu söylemesi faydasız
bir iddiadan öteye gitmez. Çünkü ancak düşünce’yi yaşam tarzı haline getiren
insan ‘akıl sahibidir’. Aksi durumda, akıl insana sahip olacaktır ki, bu da bir
özne olarak birey’i yok saymak demektir. Aklına sahip olmayan, onun üzerinde
kontrol sağlayarak onu düşünce’ye yönlendirmeyen insana aklı hakim olacak ve
onun bütün duyularına tek tek sahip çıkmaya başlayacaktır. Bu durumu şöyle de
yorumlamak mümkün: aklını yönetemeyen, elbette başka bir ‘akıl’ tarafından
yönetilir. Aklını yönetemeyeni, akılsızların yönetmesi kaçınılmazdır.
Düşünce deyince milyarlarca
damladan mürekkep bir denizin sonsuzluğu, hakikat deyince ise o denizin
biricikliği ve bütünlüğü akla geliyor. Sahip olduğu damlaların sayısıyla
övünenler düşünce’nin insana sunmuş olduğu o bir’icik sonsuzluğu kavrayamaz ve
ona erişemez. Düşünce dışında hiçbir güç, insana hakikati tattıramaz. Bu
nedenle Büyük İnsan diyebiliriz, düşünce insanına. Fakat işin burasında
“hakikat nedir ve gerçekten de tek midir?” sorusu giriyor araya! “Hakikat, düşüncenin
dışında hiçtir” diyerek ziyadesiyle ağza pelesenk olmuş bir görüşü
savunabiliriz. Fakat bu tanım, bir eksiklik hissi uyandırır insanda. Çünkü
tarih boyunca insanları karanlığa sevk etmiş nice düşünce sistemi ve düşünür
gelip geçmiştir. Bu nedenle hakikat, düşünce’de değil, düşüncenin gerçekliği ve
güzelliğinde, yani doğruluğundadır dememiz gerekir. Her ne kadar “güzellik,
hakikat, doğruluk” gibi olgular göreceli olsa da, bunların bütününün vardığı
yerde “iyi insan”ın olmaması tuhaf karşılanacaktır. Bu yüzden “düşünce”,
hakikatle buluşursa, insanla da buluşur. İnsanın üzerine çarpı atan hiçbir
düşünce, varoluşunu sonsuzluğa taşıyamaz.
Kur’an’da düşünme kelimesinin
geçtiği ayetler sadece “akıl etmek” anlamında kullanılmaz. Mesela ilk vahiydeki
“Oku!” nidasının, “araştırıp incelemek, düşünüp ilim öğrenmek” olduğu
tefsirlerde açıkça belirtilmektedir. Düşünmeye hiçbir sınır koymayan Allah
(cc.), insanı az düşündüğü konusunda uyarmış, defaten “ne kadar az
düşünüyorsunuz!” demiştir. Kur’an’daki “hiç düşünmez misiniz, düşünmüyorlar
mı?” gibi sorular da insana asli görevini bildirir. İyiyle kötünün düşüncesi
insanda birleşmiştir. Bu nedenle insan iyi ve kötünün omuz omuza seyrettiği
yolda düşünce eyleminin vagonlarında kendi yolculuğuna çıkar ve kendisini arar.
Kendi rayları üzerinde seyreden trenlere benzer düşünce. Her parçası ayrı bir
vagon misali, ayrı ayrı hareket eder ama bir bütün’ün hareketidir o. Cemil
Meriç: “Düşünce şüpheyle başlar. Düşünce, tezatlarıyla bütündür.”
demiştir(Jurnal 2, 1998, İst., s. 194). İnsanı “sorgulama” yoluyla düşünmeye
çağıran 200 civarındaki ayet de, Hz. Âdem’in evlatlarına tabiatlarındaki
“şüpheciliği” hatırlatır. İnsan, ayetleri tekrar tekrar okuyunca ne kadar az
düşündüğünü, zaman zaman yanlış düşündüğünü ve/ya başka şekilde de düşünmesi
gerektiğini kavrar ve ona ufkunun ötesinde ufuklar açar. Bunların hepsi bütünün
parçalarıdır gene de. Düşünce, bu anlamda sürekli bir aşkınlık ve yenilenme
durumudur. İnsan gibi o da tarih sahnesine çıktığından beri kendini yenilemiş,
her hareketinde bir adım öne taşınmıştır.
Nurettin Topçu’nun Var Olmak
isimli düşünce üzerine kaleme aldığı makalesinde geçen şu sözlere kulak vermek
gerekir:
“Gerçek düşünce varlıktan
ayrılmıyor. Zira varlık, düşünce var olmasa var olmıyacaktı. O bir tasavvurdur,
yani düşüncedir ve var olmak düşünmek demektir. (s.18, Var Olmak, Haziran,
2011, Dergâh Yay.)
Görüldüğü gibi Topçu, düşüncenin
gerçekliğinden bahsediyor. “Sonsuzluktan cevap getirmiyen düşünceler, gerçek
düşünce değildir” diyor (s.19). İnsanın var olma koşulunu düşüncenin var olması
zaruretine bağlıyor. Fakat sonsuzluğu konu edinmeyen, onu temel almayan
düşünce, elbette bir tarafıyla sakat ve dolayısıyla güzelliğin gerçekliğinden
uzaktır. Hareket ve düşünceyi aynı potada birleştiren Topçu, Descartes’ın
“düşünüyorum öyleyse varım.” önermesine gönderme yaparak yazısını şu cümleyle
tamamlamıştır:
“Hareket ediyorum, düşünüyorum,
Birliği seviyorum, o halde varım.”(s.20)
O halde var olmak iddiasında
bulunanlar, hem düşüncenin ardından koşmalı hem de eylemde bulunmalıdır
diyebiliriz. İkisini birbirinden ayıran bütün görüşler zamanla yok olmaya yüz
tutmuştur. Akılcılık, zihincilik, rasyonalizm gibi… Salt aklı ve zihni
Tanrılaştıran düşünceler, hem sevgiden hem Yaratıcı’dan uzak kalmışlardır.
Elbette insanın dünyaya gönderilişi, düşünceyi kovalaması amacıyladır, fakat bu
kovalayış sevginin terkisinde yol alarak vuku bulacaktır: Kaybettiği Hakikat’i
arayan insan, öz’üne yani toprağa inince Havva’yı bulmuş, daha sonra onunla
birlikte geldiği yere dönmüştür: Sevgi’li Büyük Düşünce’ye…
Eylem ve düşünce ikilisi bizi
koşulsuz sevgiye götürüyor. Sevgi’siz insan olmayacağı gibi, düşünce’yi de
sevgi’den ayırmak olmayacaktır. Bu durumu en iyi anlatan örneklerden birisi,
Amerikalı ünlü filozof Erich Fromm’un, Sevme Sanatı isimli kitabındaki şu
ifadelerde karşımıza çıkar:
“Tanrı sevgisi ne Tanrı’yı
düşünceyle tanımak, ne de Tanrı’yı sevdiğini düşünmektir. Tanrı sevgisi,
Tanrıyla bir olacak biçimde yaşam eyleminde ortaya çıkar.” (s. 76, Payel Yay,
Şubat 1995, 10. Basım)
Yaratıcı ile bir olacak biçimde
yaşamak yukarıdaki ifadelerden hareketle Tanrısal eylemde bulunmak, yaşama
“katılmakla” mümkündür, asıl olan yaşama dâhil olmaktır. Bu ise ancak sevmek ve
düşünmekle gerçekleşecek bir eylemdir. Topçu ve Fromm, bu bağlamda aynı noktada
birleşiyorlar. Birlik-Tanrı ile bir olma; hareket etme-yaşam eylemi, Birliği
sevme-Tanrı sevgisi, işte bu ikililer bizi düşünceye götürecektir. Hepsinin
merkezinde insan vardır, sonsuzluk ve hakikat odaklı düşünen insan.. Evet,
sadece Büyük Düşünce’nin koynunda soluk alanlar yaşıyor demektir. Çünkü sahih
düşünceleri yaşatacak olan yine o Büyük Düşünce’dir.
Yazar Dücane Cündioğlu, Hz.
İnsan’ın Urûcu isimli yazısında insan ve düşünce arasındaki ilişkinin
niteliğini şöyle açıklamıştır:
“Hz. İnsan her şeyden kesilebilir
ama asla düşünmeden kesilemez… İnsan düşünür ve eyler, lakin sadece düşünmekle
ayrılır diğer canlılardan. Aklın bir ‘mevhibe-i ilahiye’ olduğuna işaret
edenlerin muradı budur.” (Hz. İnsan, s.55, Kapı Yay, Aralık 2012, 8. Basım)
Mevhibe-i ilahiye, “Allah
vergisi” demektir. İnsanın Allah vergisi olan aklı, var olma amacındaki Var’ı
aramakla anlamını bulacak, akıl, insan yaratısı olan düşünce ile birleşince o
ilahi örgü tamamlanacaktır. Bu örgü, ancak hareket ve eylemle, yani kesin ve
keskin bir şekilde benliğe dalışla gerçekleşen sevgi menşeli bir tasarının
üzerinden yaşamı hakikat üzerine inşa ederek bütünlenecektir. Nihayetinde
insandan asla ayrılamayacak bu tasarıya “düşünce” demek yanlış olmayacaktır. O
zaman yazının girişindeki savı şu şekilde değiştirmek bizi daha doğru düşünmeye
yöneltecektir:
Son Söz:
Düşüncenin tarihi insanın tarihi değil,
insanın tarihi düşüncenin tarihidir.
Öyleyse düşünce tarihi insanla
başlamaz. İnsanlığın tarihi düşünceyle başlar. Çünkü sonsuz olan insan değil,
onun eylem ve hareketi çerçevesinde geliştirdiği sevgili düşüncesidir.
Yorumlar
Yorum Gönder