Ana içeriğe atla

"İnsan ve Düşünce"ye Dair Sözler... / Fatih Çodur


[[ Âdem o ki; ‘düşünme’siyle ayrılır diğer varlıklardan. Buna ‘düşünmesi’ yerine, ‘düşüncesiyle’ demek daha doğru olacaktır. Çünkü asıl değere sahip olan: ‘düşüncesi’ olan âdem’dir. Onu diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, ‘düşünme yetisi’dir. Âdemi diğer canlılardan ayıran ‘düşünme yetisi’, âdemi âdemden ayıran ise hiç şüphesiz: ‘düşünce’dir!  ]]

 ***

Ön Söz:

Düşünce ve düşünme kelimeleri zaman zaman aynı anlamlarda kullanılsa da, biz bu yazıda geçen “düşünce” kelimesini; “düşünme yetisi” olarak değil, “düşünce eylemi, yaşam biçimi haline getirilmiş düşünme” anlamında kullanacağız. Bu nedenle yazıdaki “düşünce” kelimesi; “bilginin sezgi ve mantık yoluyla analiz edilip içselleştirilmesi ve bir takım problemlerin bu yolla saptanarak bunlara çözümler sunulması”, daha yalın bir ifadeyle “aklın bilinenden bilinmeyene doğru hareketi” olarak okunmalıdır.

Orta Söz:

Düşünme eylemi hakkında günbegün yeni yorumlar ortaya atılmaktadır. Fakat çoğunluğunun odağında olan tek gerçek: Düşüncenin tarihinin insanın tarihi olduğu’dur. Evet, düşüncenin tarihi insanla başlar! Düşüncenin tarihi insanın tarihidir. Bu klasik söylem bizi şu soruya götürür: Ama hangi insan?

Bu soruya; “ilk insanın” cevabını vermek yanlış olmaz. İlk insanın, yani Hz. Âdem’in;  Âdemin, yani: adam’ın… Âdem o ki; ‘düşünme’siyle ayrılır diğer varlıklardan. Buna ‘düşünmesi’ yerine, ‘düşüncesiyle’ demek daha doğru olacaktır. Çünkü asıl değere sahip olan: ‘düşüncesi’ olan âdem’dir. Onu diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, ‘düşünme yetisi’dir. Âdemi diğer canlılardan ayıran ‘düşünme yetisi’, âdemi âdemden ayıran ise hiç şüphesiz: ‘düşünce’dir!

Düşünce, sadece hayvanlardan farklı kılmaz bizi, insanlarla da aramıza keskin bir çizgi çeker. Bu çizgi erdemin, hakikatin, anlamın çizgisidir. Erdemli olan eylemdir, yani düşünmek, eylemek, hareket etmektir. Düşünme konusu üzerine önemli tespitlerde bulunan Pascal, Düşünceler isimli o müthiş kitabında düşüncenin önemini şu şekilde anlatmıştır:

“İnsana büyüklük sağlayan düşüncedir. Ben değerimi gövdemle kapladığım yerde değil, düşüncelerimin düzeninde arayabilirim. Bizim bütün önemimiz düşünceden dolayıdır. Bundan geliyor bizim kendimizi büyük görüşümüz.”

Pascal’ın ifade ettiği büyüklük “değer” anlamındaki büyüklüktür. İnsana değer ve anlam katan, düşünce’sidir. İnsan, bedeniyle ancak hacmi, kütlesi ve ağırlığı bakımından değerlendirilebilir, dolayısıyla sonuç bir nevi matematiksel değerler bütününden öteye gitmez. Fakat düşünce, erdemli olmanın ta kendisidir. Erdemli olmak, yaratılma sebebine riayet edebilecek düzeye erişmek için her daim hareket üzerinde olmaktır. Aynı kitapta Pascal’ın şu cümlelerini de okuyoruz:

“İnsan düşünmek için yaratılmış besbelli; onun bütün önemi, tüm kazancı budur; görevi de düşünmektir, kendi varlığına yaraşır nitelikte.. Ben elsiz, ayaksız, başsız bir insan düşünebilirim, ama düşüncesiz bir insan düşünemem, düşünsem ancak bir taş, ya da yırtıcı bir hayvan düşünürüm.”

Yukarıdaki pasajda, Pascal’ın “başsız bir insan düşünebilirim, ama düşüncesiz bir insan düşünemem” sözleri bu meyanda dikkat edilmeye değerdir. Pascal, “başsız bir insan” derken ‘düşünce ve düşünme’ye değil, ‘düşünme yetisi’ne vurgu yapmıştır. Peki, ‘başsız bir insan’ nasıl düşünebiliriz? ‘Başsız bir insan’dan kasıt, “aklî melekeleri yerinde olmayan insan”dır elbette. “Aklî melekeleri yerinde olan insan” düşünme eyleminden uzaksa, aklının hükmü yoktur. Bu düşünce, Pascal’ın sözlerine bakışla, pek de mübalağa sayılmaz. İnsanın var olma amacı düşünme eylemidir, düşünce’siz var olma iddiasında bulunan insanın akla sahip olduğunu söylemesi faydasız bir iddiadan öteye gitmez. Çünkü ancak düşünce’yi yaşam tarzı haline getiren insan ‘akıl sahibidir’. Aksi durumda, akıl insana sahip olacaktır ki, bu da bir özne olarak birey’i yok saymak demektir. Aklına sahip olmayan, onun üzerinde kontrol sağlayarak onu düşünce’ye yönlendirmeyen insana aklı hakim olacak ve onun bütün duyularına tek tek sahip çıkmaya başlayacaktır. Bu durumu şöyle de yorumlamak mümkün: aklını yönetemeyen, elbette başka bir ‘akıl’ tarafından yönetilir. Aklını yönetemeyeni, akılsızların yönetmesi kaçınılmazdır.

Düşünce deyince milyarlarca damladan mürekkep bir denizin sonsuzluğu, hakikat deyince ise o denizin biricikliği ve bütünlüğü akla geliyor. Sahip olduğu damlaların sayısıyla övünenler düşünce’nin insana sunmuş olduğu o bir’icik sonsuzluğu kavrayamaz ve ona erişemez. Düşünce dışında hiçbir güç, insana hakikati tattıramaz. Bu nedenle Büyük İnsan diyebiliriz, düşünce insanına. Fakat işin burasında “hakikat nedir ve gerçekten de tek midir?” sorusu giriyor araya! “Hakikat, düşüncenin dışında hiçtir” diyerek ziyadesiyle ağza pelesenk olmuş bir görüşü savunabiliriz. Fakat bu tanım, bir eksiklik hissi uyandırır insanda. Çünkü tarih boyunca insanları karanlığa sevk etmiş nice düşünce sistemi ve düşünür gelip geçmiştir. Bu nedenle hakikat, düşünce’de değil, düşüncenin gerçekliği ve güzelliğinde, yani doğruluğundadır dememiz gerekir. Her ne kadar “güzellik, hakikat, doğruluk” gibi olgular göreceli olsa da, bunların bütününün vardığı yerde “iyi insan”ın olmaması tuhaf karşılanacaktır. Bu yüzden “düşünce”, hakikatle buluşursa, insanla da buluşur. İnsanın üzerine çarpı atan hiçbir düşünce, varoluşunu sonsuzluğa taşıyamaz.

Kur’an’da düşünme kelimesinin geçtiği ayetler sadece “akıl etmek” anlamında kullanılmaz. Mesela ilk vahiydeki “Oku!” nidasının, “araştırıp incelemek, düşünüp ilim öğrenmek” olduğu tefsirlerde açıkça belirtilmektedir. Düşünmeye hiçbir sınır koymayan Allah (cc.), insanı az düşündüğü konusunda uyarmış, defaten “ne kadar az düşünüyorsunuz!” demiştir. Kur’an’daki “hiç düşünmez misiniz, düşünmüyorlar mı?” gibi sorular da insana asli görevini bildirir. İyiyle kötünün düşüncesi insanda birleşmiştir. Bu nedenle insan iyi ve kötünün omuz omuza seyrettiği yolda düşünce eyleminin vagonlarında kendi yolculuğuna çıkar ve kendisini arar. Kendi rayları üzerinde seyreden trenlere benzer düşünce. Her parçası ayrı bir vagon misali, ayrı ayrı hareket eder ama bir bütün’ün hareketidir o. Cemil Meriç: “Düşünce şüpheyle başlar. Düşünce, tezatlarıyla bütündür.” demiştir(Jurnal 2, 1998, İst., s. 194). İnsanı “sorgulama” yoluyla düşünmeye çağıran 200 civarındaki ayet de, Hz. Âdem’in evlatlarına tabiatlarındaki “şüpheciliği” hatırlatır. İnsan, ayetleri tekrar tekrar okuyunca ne kadar az düşündüğünü, zaman zaman yanlış düşündüğünü ve/ya başka şekilde de düşünmesi gerektiğini kavrar ve ona ufkunun ötesinde ufuklar açar. Bunların hepsi bütünün parçalarıdır gene de. Düşünce, bu anlamda sürekli bir aşkınlık ve yenilenme durumudur. İnsan gibi o da tarih sahnesine çıktığından beri kendini yenilemiş, her hareketinde bir adım öne taşınmıştır.

Nurettin Topçu’nun Var Olmak isimli düşünce üzerine kaleme aldığı makalesinde geçen şu sözlere kulak vermek gerekir:

“Gerçek düşünce varlıktan ayrılmıyor. Zira varlık, düşünce var olmasa var olmıyacaktı. O bir tasavvurdur, yani düşüncedir ve var olmak düşünmek demektir. (s.18, Var Olmak, Haziran, 2011, Dergâh Yay.)

Görüldüğü gibi Topçu, düşüncenin gerçekliğinden bahsediyor. “Sonsuzluktan cevap getirmiyen düşünceler, gerçek düşünce değildir” diyor (s.19). İnsanın var olma koşulunu düşüncenin var olması zaruretine bağlıyor. Fakat sonsuzluğu konu edinmeyen, onu temel almayan düşünce, elbette bir tarafıyla sakat ve dolayısıyla güzelliğin gerçekliğinden uzaktır. Hareket ve düşünceyi aynı potada birleştiren Topçu, Descartes’ın “düşünüyorum öyleyse varım.” önermesine gönderme yaparak yazısını şu cümleyle tamamlamıştır:

“Hareket ediyorum, düşünüyorum, Birliği seviyorum, o halde varım.”(s.20)

O halde var olmak iddiasında bulunanlar, hem düşüncenin ardından koşmalı hem de eylemde bulunmalıdır diyebiliriz. İkisini birbirinden ayıran bütün görüşler zamanla yok olmaya yüz tutmuştur. Akılcılık, zihincilik, rasyonalizm gibi… Salt aklı ve zihni Tanrılaştıran düşünceler, hem sevgiden hem Yaratıcı’dan uzak kalmışlardır. Elbette insanın dünyaya gönderilişi, düşünceyi kovalaması amacıyladır, fakat bu kovalayış sevginin terkisinde yol alarak vuku bulacaktır: Kaybettiği Hakikat’i arayan insan, öz’üne yani toprağa inince Havva’yı bulmuş, daha sonra onunla birlikte geldiği yere dönmüştür: Sevgi’li Büyük Düşünce’ye…

Eylem ve düşünce ikilisi bizi koşulsuz sevgiye götürüyor. Sevgi’siz insan olmayacağı gibi, düşünce’yi de sevgi’den ayırmak olmayacaktır. Bu durumu en iyi anlatan örneklerden birisi, Amerikalı ünlü filozof Erich Fromm’un, Sevme Sanatı isimli kitabındaki şu ifadelerde karşımıza çıkar:

“Tanrı sevgisi ne Tanrı’yı düşünceyle tanımak, ne de Tanrı’yı sevdiğini düşünmektir. Tanrı sevgisi, Tanrıyla bir olacak biçimde yaşam eyleminde ortaya çıkar.” (s. 76, Payel Yay, Şubat 1995, 10. Basım)
           
Yaratıcı ile bir olacak biçimde yaşamak yukarıdaki ifadelerden hareketle Tanrısal eylemde bulunmak, yaşama “katılmakla” mümkündür, asıl olan yaşama dâhil olmaktır. Bu ise ancak sevmek ve düşünmekle gerçekleşecek bir eylemdir. Topçu ve Fromm, bu bağlamda aynı noktada birleşiyorlar. Birlik-Tanrı ile bir olma; hareket etme-yaşam eylemi, Birliği sevme-Tanrı sevgisi, işte bu ikililer bizi düşünceye götürecektir. Hepsinin merkezinde insan vardır, sonsuzluk ve hakikat odaklı düşünen insan.. Evet, sadece Büyük Düşünce’nin koynunda soluk alanlar yaşıyor demektir. Çünkü sahih düşünceleri yaşatacak olan yine o Büyük Düşünce’dir.

Yazar Dücane Cündioğlu, Hz. İnsan’ın Urûcu isimli yazısında insan ve düşünce arasındaki ilişkinin niteliğini şöyle açıklamıştır:

“Hz. İnsan her şeyden kesilebilir ama asla düşünmeden kesilemez… İnsan düşünür ve eyler, lakin sadece düşünmekle ayrılır diğer canlılardan. Aklın bir ‘mevhibe-i ilahiye’ olduğuna işaret edenlerin muradı budur.” (Hz. İnsan, s.55, Kapı Yay, Aralık 2012, 8. Basım)

Mevhibe-i ilahiye, “Allah vergisi” demektir. İnsanın Allah vergisi olan aklı, var olma amacındaki Var’ı aramakla anlamını bulacak, akıl, insan yaratısı olan düşünce ile birleşince o ilahi örgü tamamlanacaktır. Bu örgü, ancak hareket ve eylemle, yani kesin ve keskin bir şekilde benliğe dalışla gerçekleşen sevgi menşeli bir tasarının üzerinden yaşamı hakikat üzerine inşa ederek bütünlenecektir. Nihayetinde insandan asla ayrılamayacak bu tasarıya “düşünce” demek yanlış olmayacaktır. O zaman yazının girişindeki savı şu şekilde değiştirmek bizi daha doğru düşünmeye yöneltecektir:

Son Söz:

 Düşüncenin tarihi insanın tarihi değil, insanın tarihi düşüncenin tarihidir.


Öyleyse düşünce tarihi insanla başlamaz. İnsanlığın tarihi düşünceyle başlar. Çünkü sonsuz olan insan değil, onun eylem ve hareketi çerçevesinde geliştirdiği sevgili düşüncesidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gülten Akın’ın “Sonra İşte Yaşlandım”ı üzerinden: Susku / Fatih Çodur

“Bir roman kadar uzun bu tümce, -sonra işte yaşlandım…”  Gülten Akın, “Sonra İşte Yaşlandım” kitabına yukarıdaki dizelerle başlıyor. Yani “kısa şiir/...”lerin “bir’incisiyle. Öyle gözüküyor ki bu sesli ifade (sonra işte yaşlandım), daha en baştan kitabın bütününde kullanılacak yöntemin sunumunu yapıyor okuyucuya. “Sizlere birkaç tümcelik adımlarla, çok bir yol aldıracağım” deniliyor. Çok sesli ifadelerle birer monolog-şiiryaratılacak kanısı veriliyor. Elbette konu bütünlüğünün bozulmaması için şu açıklamayı yapmamız gerekir. Şiirin başlı başına bir monolog olduğu düşünülebilir. Onun, bir dışa vurumdan farklı olarak, bir iç konuşma olduğu gerçekliği yadsınamaz. Fakat kendi havzasında oluşturduğu özgün dil nedeniyle monolog’dan semantik bakımdan da ayrılır. Bundan dolayı, kitaptaki bu yaklaşım biçimini şöyle ifade etmemiz daha doğru olacaktır:  Yazıda “sonra işte yaşlandım” dize’sinin, ‘dizecik’ kelimesiyle ifadelendirilmesinin sebebi, kitaptaki “kısa şiir/…”leri ...

2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ…

   2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ… Sanatçıçalışıyor tarafında düzenlenen 2. Minyatür Çalıştayı, Kocaeli Karamürsel ve Yalova Altınova’da yirmi sanatçının katılımı ile gerçekleştirildi. Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen çalıştay, Doç. Ruhi Konak başkanlığında projelendirilerek gerçekleştirildi.             22 Ağustos 2002 pazartesi günü saat 09.00’da Karamürsel Öğretmenevi etkinlik salonunda başlayan çalıştay, aynı gün 18.00’da Yalova Elgelsiz Sanat Galesi’nde açılışı Vali Muammer Erol, Emniyet Müdürü Göksel Topaloğlu ve İl Kültür Müdürü Şeref Tali’nin katılımıyla yapılan ‘Işılay Konak Kişisel Restorasyon Sergisi’ ve ‘Mine Dilber Kişisel Tezhip Sergisi’ ile devam etti. 23 Ağustos 2002 tarihlerinde Karamürsel Öğretmen evinde devam eden çalıştay 24 Ağustos 2022 çarşamba günü Altınova Belediyesi Hersek Lagünü Kuş Gözlemevi’nde gerçekleştirildi. Sabah Gözlem...

Güzelliği Bağışlayan / Damla Nur AKKİRPİ

Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Beni koruyan peygamberin omzuna yaslanıp zamanı seyrediyorum. Tam da bu zamanlar kadınlık çağım görmediğiniz, ışıklı suda bekleyen o çocukları ben doğuracağım. Bağışlayın ama benim de güzelliğim var. Çocukluğumdan attığınız top canımı kırdı, Bana bir can borcunuz var. Gerekirse toplayın pılımı pırtımı başka şehire gönderin beni. Can kırıkları olmayan bir şehire, kanımdan kesik götüreceğim. Ben ki bir peygamber ümmetiyim, benim en korunaklı yanım peygamberim. İnanmayacaksınız ama benim de güzelliğim var. Ellerimde açan deniz, çiçeklerden erken getiriyor baharı. Ben şimdi bir doğu, bir batı kanadıyım yaşamın. Dünyanın yuvarlak oluşundan evrilen, harita kadar derin bir noktayım peygamberlerin yüzünde. Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Şu çirkin yağmurunu sileyim gözlerimin bir de bana öyle bakın, peygamber gözüyle. Dudaklarımdaki ilahiyi sessizliğimden tadın. Bağışlayın, bağışlayın ama benim de ...