“Uzun Hava”, Erzurum’ da doğan ve “Türk Halk Müziği” için ter döken kadın seslerden Aysun Gültekin tarafından daha çok seslendirilmektedir.
Gültekin’den önce özellikle Mükerrem Kemertaş, bu formun “Huma Kuşu” gibinadide eserlerine hayat vermiştir.
Kemertaş’ dışında, “Uzun Hava”nın hakkını veren isim kuşkusuz Mehmet Çalmaşır’dır.
1947 yılında Erzurum’un Aşkale ilçesinde dünyaya gelen, müzikle halleşmeye okulçağlarında başlayan Çalmaşır, müziğe profesyonel ilk adımını, 1965 yılından itibaren, bünyesinde yerini aldığı, Erzurum Halk Oyunları ve Türküleri Derneği’nde atmıştır.
Erzurum Radyosu’na 1967 yılında “ses sanatçısı” olarak alınan ve Erzurum müziğine emek veren birçok ismin aksine soluğunu büyük şehirlerin birinde almadan Erzurum’da sürdüren Çalmaşır, 2008 yılında emekli olmuşsa da, Kemertaş’ın izini “Sanatçının emeklisi olmaz” ilkesinden ayrılmayarak takip etmiş ve Kars’ın ilçesi Digor’da, kaymakamlığın girişimiyle çocuk korosunu çalıştırmıştır.
Çalmaşır , “Uzun Hava” formundaki eserleri sıklıkla seslendirmişse de, sadece buformun ve bir coğrafyanın müziğini dağarcığına aldığını vurgulamak mümkün değildir.
Sesine, hakikaten odaklanan kulakları, bir taraftan, Kafkasya’ya ve Kerkük dolaylarına, diğer taraftan da Erzincan ve Sivas hattına kadar götüren Çalmaşır, uzandığı yerlerin formlarını, radyodan aldığı teorik bilgiyle yetinmeyerek, bu yerlerin doğallığınıözümseyerek ve özümseterek seslendirmiştir.
İzini sürdüğü geleneğe sımsıkı bağlı olmakla birlikte, kendisine özgü bir alan açmış olan Çalmaşır, sade ve aynı zamanda berrak bir sese sahip bir icracıdır.
Sade ve berrak olmakla birlikte bir iddia da taşımayan bu sesin amacı sadece seslendirdiği ezgilerin kaynağıyla birebir bağ kurarak, ezgiyi doğal haliyle dinleyicilerle paylaşmaktır.
Paylaşımını, hem ezgilerle, hem enstrümanlarla, hem de dinleyicilerle halleşerek hatta halleşmekle kalmayarak hasbıhâl eyleyerek gerçekleştiren bir sesin sahibi olan Çalmaşır, sesini mülk olarak görmediği için paylaşımın zeminini hazırlayabilmiştir.
Mağrurluk yüklü ezgileri seslendirse de mütevazılığını mağrurluğa elifi elifine işleyen, yerel ve yüzeysel değil, hakiki, yerli ve derin kalabilen Mehmet Çalmaşır’ın izini takip ettiği gelenek bugüne peynir gemisini lafla itekleyerek gelmemiştir.
Bugünden yarına da aynı şekilde ilerlememesi için, bu geleneği takip edeceklerin, ezgi seslendirmekten önce, ezginin bizzat kendisi olmaları ve ezgi mağrurlukla ne kadar yüklü olursa olsun ezgiye tevazuyu, laf olsun diye değil, ezgi ve kaynağı öyle istediği için işleme hatta bezeme kültürünü edinmeleri gerekmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder