Ana içeriğe atla

NUH NEVİ’DEN SERİSİ / “TUFAN” ya da Sezer Cihaner Keser mahzur kaldığımız gemide yağmur arıyor… / Ruhi Konak

Sanat eseri ile sanatçı arasındaki bağ, insan ile doğa arasındaki ilişkinin ilkel mecrada dolaştığı düzeyi korur. Burada ilkellik olarak sözü edilen elbette yaşam tarzı, düşünce düzeyi, görgü durumu, vs. değildir. Sanatçının ilkelliği, probleme her durumda salt ve hâlihazırda değinilmeyen noktadan bakarak ifade etmesinde gizlidir. Çünkü sanatçı yüzleştiği problemi daha önce kim ne şekilde algılayıp nasıl ifade etmiş olursa olsun, ilk kez ve kendi bakış açısıyla ele alınmış gibi ifade etmeye çalışır. Çevresel koşullar, kültür kurgusu, iman anlayışı, tüketim alışkanlıkları elbette yönlendirici birer unsur olarak bu sürece dahil olur ancak eser her durumda sanatçının kendi inancından bile soyutlamaya çalıştığı eleştiri alanı olarak var olur. Bu eleştirinin muhatabı sadece problemin yaratıcısı özne değil aynı zamanda muhatabı olan nesnedir.

Sanatçı gözünden dünya, altı çizilmiş not mukabilinden gündelik yaşam prelüdü olmaktan çok içsel bir zekâyla sezilme olanağı bulan trajedi mekânıdır: Eşyanın duyguyu öldürdüğü, bilginin sezgiyi yok ettiği bu düzenekte diğerkâm olmak ötekinin fantastik bulduğu bir hiçlik teranesidir. Kimse sizin gibi anlamıyorsa anlayışınız sahip çıkılmayan bütün yükü size taşıtır. Dolayısıyla geçmişte olduğu gibi günümüzde de sanatçı öteki anlamında gerçekliği iki kez ve farklı biçimlerde gören kişidir. Onun gözünde var olmak, nefes alıp vermekle ilgisinden çok iki eylem arasında sıkışıp kaldığı sürece tanıklık etmektir. Bu nedenle de sanatçı öncesi ve sonrası herkes tarafından bilinen ancak önce ve sonra arasında saklı kalan yaşam dışılığın bedbahtıdır. Zira hakiki yaşam olarak sıradan insandan saklı olan bu alanda çoğumuz tarafından sezilmeyen belleğin tekrarı söz konusudur. İnsanın durmaksızın düştüğü gök, o belleğin üstüne gerilidir ve tufan durmaksızın yağan yeğin yağmurdur orada…

Günümüzde sanatçı olmak moda deyişle entelektüel olma girişimidir fakat bu kavramın içini dolduran malzemenin niteliğine bakmak gerekir: Her sanatçı namzedi öyle midir? Zira entelektüel sıfatı biraz modası oluşturulmuş biraz da kendini hiç anlamamış biri tarafından pazarlanmaya çalışılan ticari meta olma yolunda işleniyor gibi… Bu nedenle kendini entelektüel sıfatına haiz gören sanatçı ile entelektüel olan arasında karşılaştırma yapmak imkânını bulmak bile zor bana kalırsa. Birinin iştah açan dünyasına seslenerek kendini var etme telaşında olan birey, entelektüel olmaktan çok elektüeldir: O modayı takip ettiğinden ne tür işlerle piyasada kalacağını iyi bilir. Kendi tatminini sağlayacağı ürünü tasarlamak derdinden çok patronun kesenin ağzını nasıl açacağını düşünür. Bu bağlamda kendisi ve patronu açısından faydalı gördüğü temaları büyük bir titizlikle seçip reklam panoları, haber programları ve gazete eklerinin manşetinde boy göstermek çabasındadır. Oysa hakiki sanatçının böyle bir kaygısının olmayacağı aşikârdır. Herkese ve her şeye karşı kendi sezgileri ve akli olanaklarıyla cevap verme telaşı olmayan, başkasının söz cambazı ya da ikna elçiliğini yapan bir kimse bu tüketim tacirliğinin masumu değildir. Dolayısıyla gerçek sanatçı sadece farkında olan değil, farkında olduğuna karşı eyleme geçendir… Ve böylece kendisiyle eseri arasında araf bırakmayandır.

Tufan, Nuh ile Yaratıcı arasında Araf bırakmayan yeğin yağmurdur; Nuh nebiden buyana kimsenin unutamadığı kurtuluşun ve belki de kimsenin anlamadığı kurtarışın perdesidir; göğü olanların sığındığı tüydür. Ona tutunarak yok olmak gibi kurtulmak da mümkündür çünkü varlık yalnız zıddında kurtulabilir ve zıddı olmayan tek şey Allah’tır. Sözü buradan yakalayıp imgeyi bu sadelikle anlatacak kişi sayısı azdır elbette. Çünkü dünyaya böyle bir sadelikle bakarak eylemi kütürleştirilmemiş bir ilkellikle okumak dünyaya sanatçı gözünden bakmayı gerektirir. Bu aşamada sözü heykel sanatçısı Sezer Cihaner Keser’in NUH NEVİ’DEN SERİSİ / “TUFAN” sergisine getirmek istiyorum. 29 Mayıs-11 Haziran 2017 tarihleri arasında ANKÜSEV Anakara Üniversitesi Kültür Merkezinde sanatseverlerle buluşan sergide otuz beş heykel sergilendi.

 Görsel.1
Modern dünyada tufan konusunu belirleyerek bir sergi hazırlamak elbette geleneksel çağrışımlara yol açmasından ötürü riskli bir başlangıçtır. Ancak Keser’in eserleri riski göze alamaya değer niteliktedir. Zira söz konusu heykeller, modern hurafeleri alabora eder nitelikte olmaları bakımından dikkat çekiyor. Bunları söylerken heykel alanında doçent olan Sezer Cihaner Keser’in metal ve ahşap malzemeden oluşan eserlerini form biçim ilişkisi açısından değil de dışa vurduğu imge örüntüsü açısından ele almak niyetindeyim. Zira günümüzde müşterisini memnun eden her ürün belirli bir süre sanat eseri olarak anılıyor nasıl olsa, görsel 1.

Sanatçı tufan konusunu ele alırken gemi, tüy ve dağ imajlarına başvuruyor. Geminin Nuh’un Gemisi’ni temsil ettiği kolaylıkla anlaşılsa da tüy ve dağın bu şema içinde yükselme, yöneliş, kurtuluş imgesine bağlı olarak kullanıldığı söylenebilir, görsel 2, 3.


Görsel. 2


Görsel.3
Sanatçının simurg, kıtalar, tufan, tabut, karaya oturmak, kuşlar, tuzak, kapan, Nuh’un Gemisi olmak üzere dokuz başlık altında toparladığı heykellerinin Kafdağına ulaşmak için Hüd Hüd kuşuna inanıp simurgun şatosuna ulaşan kuşları sembolize ettiği söylenebilir. Bu bakış açısı doğrultusunda tüyün göksel bir simge olarak gemiye binen insanın imanını temsil ettiğini söylemek mümkündür. Bu açıdan tüyün bir taraftan yeğin yağan yağmur anlamında tufan ve suyu temsil ederken diğer taraftan da tanrısal daveti temsil ettiği söylenebilir, görsel 4, 5.


             Görsel. 4

   
       Görsel. 5       
Bu bakış açısı doğrultusunda tufan olarak gemi dışında kalıp cümle varlığı örten yağmur, üstünde yükseklere (dağın zirvesine, biçimden öze) çektiği gemi tebaasını hayatta tutan kurtarıcı kuştur: Su, kendisiyle birlikte yükselttiği varlığa bir çeşit kanat olmuştur.  Bu bakımdan sanatçı tüyleri kimi zaman gemiye ilişik kanat kimi zaman gemi küreği kimi zaman da bilinç imgesi bağlamında kullanmıştır, görsel,  6, 7.


           
                     Görsel. 6
Görsel. 7        

Gemi formunu tasarlarken asıl formun biçimine uygun olarak gerçekleştirdiği stilizasyon doğrultusunda göğe açık âlem formuna ulaşan sanatçı, soyut bir ifade olanağı bulmakla birlikte buradaki geminin sıradan bir su aracı olmadığı yönünde fikir sahibi olduğunu dışa vuruyor. Zira Nuh’un gemisi bir deniz aracı olmasının dışında yönelme, yalvarma ve yakarma mekânı yani yönelenin bilincidir.  Nuh’un Gemisi insanın düşünce ve eylemiyle tasarlayıp ürettiği kültür anlamında bilinci, bu dünyada yapıp ettiği her şeyden geriye kalan hediğidir. Çünkü tufandan sonraya kalan tek dünya kabı o ve onun içine sığandır. Gemiyi sefere çıkaran yağmur her ne kadar yerde kalana afet olsa da gemiye binenler için gökten yükselen nimettir. Bu nedenle sanatçının ulaştığı form her ne kadar gemiye gönderme yapan bir soyut bir im olsa da asıl işaret ettiği anlam yakarış, yöneliş ve yalvarıştır, görsel 7.

Buraya kadar söylenenler doğrultusunda sanatçının sadece biçim derdinde olamadığı biçimi derin bir izlekten bilinç alanına iten öze duyarlı bir bilinçaltıyla hareket ettiği söylenebilir. Fakat bu aşama da sanatçının güncel şema içinde tufana farklı bir anlam yüklediğini de söylemek gerekir. 

Modern insanın zihninde mitolojik bir anlatı veya dini bir mesel gibi yer bulduğu düşünülse de Tufan, modern yaşam alanını dolduran stres sarmalında öznenin akıl oyunu ile gizlenmeye çalışılan güncel tehlike olarak bilinçaltını işgal etmiş durumdadır. Bu bakımdan tufan geçmiş zamanların tükenişe karşı diriliş çağrısı olan anılmanın yanında tanrıdan yüz çevirip insana yönelen muhatabın zihnini mütemadiyen titreten zelzeledir. Bu kez titreşim alanında bulunan modern bireyin yakarışı, göğe yükselme isteğindeki somut plandan yerde gizlenme, özneden saklanma, sıradanlaşma çabasına dönüşmüştür. Bu ifade bir çeşit dua mıdır(?) bilinmez ancak ifadenin yöneldiği gizli özne kimse kurtarıcı olması beklenen de muhtemelen odur.

Bana kalırsa modern insanın trajedisine cevap verecek özne sadece sıradanlıktır. Zira modern insan suyun durulmasını bekler. O kurtulmak istemez sükûnet ister. Çünkü tüketme olanaklarının elinden alınması, yoksunluk ve yoksulluk fikri onun hürriyet sandığı şeyin gasp edilmesi anlamına gelir. Bu bir tür morfin bağımlısı olmak garantisiyle hastalığa boyun eğme isteğidir.

Keser’in heykellerinden yola çıkarak bu probleme yanıt aramaya çalışıldığında, günümüze ilişkin düşünceyi öncelikle “karaya oturmak” temalı heykelleri ele alarak çözümleyebiliriz. Zira karaya oturuş, günümüz dünyasına ulaşmak anlamında geçmişten kurtuluş bağlamını temsil etmektedir. Tufan mitindeki sembolizmi dağ, gemi ve tüy imgesiyle birleştiren Keser, simurg efsanesine gönderme yaparak küllerinden yeniden doğmak anlamında yanık mekân, taze bilinç, saf inanç idrakini dışa vurmaktadır. Fakat bu üç göndermenin aynı zamanda kurtuluşun yeniden çürümeye yüz dönme anlamına geldiğini de temsil ettiğini dikkatten kaçırmamak gerekir, görsel 8, 9.
   

           Görsel. 8

Görsel. 9
Dağ, mitolojilerde dünya yaşamının ortaya çıkması ve bu anlamda insanın kaostan arınıp bilinç oluşturması bağlamını temsil eder. Bu bağlamda Keserin heykellerinde biçimin dönüşmeye başladığı piramit, dağ temsiline gönderme yapmakta ve yaşamsal olanak, biçim endişesi, üretme becerisi anlamına gelmektedir. Fakat bu tür bir yönelişle biçimin kendi ilkel temsilini aşarak sıradan bir durgunluğa yöneldiği de gözden kaçmıyor. Zira karaya oturan geminin bütünleyeni olarak şekillenen tüy bu aşamada yerini dağın temsil ettiği dünyaya bırakıyor. Buradaki vurgu göksel beklentinin dünya              hevesiyle yer değiştirdiği şeklinde anlaşılabilir., görsel 10, 11, 12, 13 .

              
Görsel.10
Görsel. 11
                                      
              
Görsel. 12
Görsel. 13                    

Sezer Cihaner Keser yukarıda ele verdiği duyguyu “tuzak” ve “tufan” ismiyle somutlaştırdığı heykellerinde daha net bir şekilde dışa vurmaktadır. Bu kez tufanın modern anlamını ifadeye yönelen sanatçı, bir sarmalı andıran çemberlerin arasına yerleştirdiği içi oyulmamış ahşap gemiden oluşan heykelinde tüy kullanmaksızın, endişe söylemini çağrıştırıyor. Zira dolu ve bir anlamda içi insana kapalı, insanı kurtuluşa çağırmayan, diriliş önermeyen bu yer modern mekanının insanı bilinçsizliğe ittiği imajını dışa vurmaktadır. Bu durumu “tuzak” olarak ifade eden Keser, çembere dikey olarak eklediği tellere dolaşmış tüy ile  de bir anlamda tutsaklığın yakarışı engellediğini dillendirmeye çalışıyor, görsel  14, 15

       
          Görsel.14
Görsel. 15

Daire (çember) sembolizmiyle vurguladığı kutsal arkaplandan vaz geçerek bir grup eserinde umutsuzluk içindeki insanın kendi problemini kendi aklıyla çözme telaşında olduğunu ifade etmek üzere kare çerçevelere yönelen sanatçı, yer ve gök arasında sıkışan benliğin çatışmasını kare içinde kare ve dikdörtgen alanlar oluşturup bu alanlara tüy sıkıştırmıştır. Modern tufanı düşündüren bu ifade doğrultusunda, yerel mekanın içindekini kendi içine hapsettiğini anlıyoruz. Zira dış mekanın kare planında belirgin egemen bilinç, kendi ideolojisiyle biçimlendirdiği bireyi özenle hazırladığı hücresine hapsediyor. Kendisini tutsak olarak algılayan modern bireyin kaçışı yine kaçtığına olacağından birey kendisinde ve dolayısıyla kendi hücresinde kalmayı tercih ediyor. Bu şekilde sıradanlaşan birey eylemiyle tehlike arz etmediğini dışa vurmayı deniyor, görsel  16,17, 18.

        
Görsel. 16
           
         Görsel.17
Görsel. 18

İçe kapanarak sıradanlaşma çabasıyla tüketilmeye boyun eğen bireyin iç yakarışı bu defa kutsal olanın yeniden anlamlandırıldığını fakat bunun kuramsal bir tepki olarak geliştiğini anlamamızı sağlıyor. Bu çaba doğrultusunda imge ilkel çağrışımından koparak modern çaresizliği vurgulamaya yöneliyor.

Sanatçının “kazığa çekilmek” adıyla somutlaştırdığı heykeller bağlamında bu duygunun bir çeşit soyut karşılığa yöneldiğini anlıyoruz. Başlangıçta gemi formuyla açığa çıkan yakarış, yalvarış ve yöneliş imgesi bu defa kurtarıcı çağrının insan eyleminde tutsak hale geldiği imajıyla karşımıza çıkıyor. insanın insan denen kurtarıcının elinde insana yükseltilme çabasına hapseldiği bu düzenekte çaba çaresizlik doğruyor. Zira sanatçının Nuh Tufanı’na yüklediği anlam ile içinde bulunduğu modern tufanın ifadesi farklılaşıyor. Tüye tutunmuş gemi formunda biçimlenen  yeniden doğuş isteği, bu defa gemiyi içine alan küçük evrende “kapan”a dönüşen heykeller bağlamında birey çevre çatışmasına dönüşüyor, görsel 19, 20, 21, 22.

 
Görsel. 19 
Görsel. 20
Görsel 21
Görsel. 22


Son aşamada değerlendirebileceğimiz eserlere “Tabut” ismini veren sanatçı, zannımca son bir söz söylemeye gerek yok diyor, görsel 23, 24.

         




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gülten Akın’ın “Sonra İşte Yaşlandım”ı üzerinden: Susku / Fatih Çodur

“Bir roman kadar uzun bu tümce, -sonra işte yaşlandım…”  Gülten Akın, “Sonra İşte Yaşlandım” kitabına yukarıdaki dizelerle başlıyor. Yani “kısa şiir/...”lerin “bir’incisiyle. Öyle gözüküyor ki bu sesli ifade (sonra işte yaşlandım), daha en baştan kitabın bütününde kullanılacak yöntemin sunumunu yapıyor okuyucuya. “Sizlere birkaç tümcelik adımlarla, çok bir yol aldıracağım” deniliyor. Çok sesli ifadelerle birer monolog-şiiryaratılacak kanısı veriliyor. Elbette konu bütünlüğünün bozulmaması için şu açıklamayı yapmamız gerekir. Şiirin başlı başına bir monolog olduğu düşünülebilir. Onun, bir dışa vurumdan farklı olarak, bir iç konuşma olduğu gerçekliği yadsınamaz. Fakat kendi havzasında oluşturduğu özgün dil nedeniyle monolog’dan semantik bakımdan da ayrılır. Bundan dolayı, kitaptaki bu yaklaşım biçimini şöyle ifade etmemiz daha doğru olacaktır:  Yazıda “sonra işte yaşlandım” dize’sinin, ‘dizecik’ kelimesiyle ifadelendirilmesinin sebebi, kitaptaki “kısa şiir/…”leri ...

2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ…

   2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ… Sanatçıçalışıyor tarafında düzenlenen 2. Minyatür Çalıştayı, Kocaeli Karamürsel ve Yalova Altınova’da yirmi sanatçının katılımı ile gerçekleştirildi. Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen çalıştay, Doç. Ruhi Konak başkanlığında projelendirilerek gerçekleştirildi.             22 Ağustos 2002 pazartesi günü saat 09.00’da Karamürsel Öğretmenevi etkinlik salonunda başlayan çalıştay, aynı gün 18.00’da Yalova Elgelsiz Sanat Galesi’nde açılışı Vali Muammer Erol, Emniyet Müdürü Göksel Topaloğlu ve İl Kültür Müdürü Şeref Tali’nin katılımıyla yapılan ‘Işılay Konak Kişisel Restorasyon Sergisi’ ve ‘Mine Dilber Kişisel Tezhip Sergisi’ ile devam etti. 23 Ağustos 2002 tarihlerinde Karamürsel Öğretmen evinde devam eden çalıştay 24 Ağustos 2022 çarşamba günü Altınova Belediyesi Hersek Lagünü Kuş Gözlemevi’nde gerçekleştirildi. Sabah Gözlem...

Güzelliği Bağışlayan / Damla Nur AKKİRPİ

Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Beni koruyan peygamberin omzuna yaslanıp zamanı seyrediyorum. Tam da bu zamanlar kadınlık çağım görmediğiniz, ışıklı suda bekleyen o çocukları ben doğuracağım. Bağışlayın ama benim de güzelliğim var. Çocukluğumdan attığınız top canımı kırdı, Bana bir can borcunuz var. Gerekirse toplayın pılımı pırtımı başka şehire gönderin beni. Can kırıkları olmayan bir şehire, kanımdan kesik götüreceğim. Ben ki bir peygamber ümmetiyim, benim en korunaklı yanım peygamberim. İnanmayacaksınız ama benim de güzelliğim var. Ellerimde açan deniz, çiçeklerden erken getiriyor baharı. Ben şimdi bir doğu, bir batı kanadıyım yaşamın. Dünyanın yuvarlak oluşundan evrilen, harita kadar derin bir noktayım peygamberlerin yüzünde. Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Şu çirkin yağmurunu sileyim gözlerimin bir de bana öyle bakın, peygamber gözüyle. Dudaklarımdaki ilahiyi sessizliğimden tadın. Bağışlayın, bağışlayın ama benim de ...