İnsanlık tarihine
bakıldığında egemenlerin iktidar süreçlerini destekleyen ideal bağlamın militarizm
olduğu söylenebilir. Bu bakımdan sanatın militarizm ile bağdaştırılması, resmi
bir örgütleme, hizmet içi bir güdülemedir: Bazı durumlarda resmi ideolojinin
mangalına köz taşımak için yetkili merci olarak görevlendirilen sanatçı namzedi,
sanatı ideal alandan uzaklaştırarak iktidarın çomağı gibi kullanmaya çalışmıştır.
Bu şekilde bir iktidar yamaklığı sanatın toplum için olduğu görüşünden beslense
de toplumun kimin için var olduğu sorusuna ikna edici türden bir cevap bulamamıştır.
Aklın kendinde makul
olduğuna iman etmiş bazı yapılar iktidar, ideoloji ve toplumu bütünleştirmek
üzere daha ekili bir bağdaştırıcı bulamadıkları için sanatı kullanmışlardır.
Bunu yaparken iktidarın sanata katkısı veya sanatı geliştirme becerisi üzerine
konuşmak mümkün değildir. Zira bu gibi durumlarda sanat bir amaç olmaktan çok
bir araç olarak kullanılmıştır. Bu tür eserlerin sanatçısı bir çeşit militarist
olmasının yanı sıra kendi hürriyetinden yoksun ve hatta kendi hürriyetine
düşman bir birey olarak militarizmin besleyicisidir. Dolayısıyla militarizmi
besleyen bireyin ürünü sanat eseri olmaktan çok iktidar marşı, hükümdar
söylevi, cunta kompozisyonu, vb. gibidir.
İktidarın sanatla ilgisi
sanatçının yaratıcılığını beslemek, onun hürriyetine katkı sağlamak ve
sponsorluk noktasında söz konusu olabilir ya da birçok Osmanlı sultanında da
görüldüğü üzere kendi sanatını icra etmek yoluyla sanatı teşvik etmek şeklinde
anlam kazanabilir. Diğer türlüsü sanatçıyı yönlendirme veya sanatçının hürriyetini
gasp etme girişimidir. Bütün bunları söylerken sanatçının benimsediği bir ideoloji
veya iktidar düşüncesi olmadığı da söylenemez. Fakat sanatçı kendi düşüncesini
sanatsal bir amaç doğrultusunda ve kendi hürriyet alanında temellendirmek zorundadır.
Bir çeşit militarizm
barındırması bakımından resmi ideolojiyi halkla buluşturma noktasında sanat
iktidar ilişkisi bizim ülkemizde de cumhuriyetin erken safhasında
kullanılmıştır. Resmi ideolojinin iktidar erkini hissettirmek ve modernleşme
sürecini desteklemek üzere bir grup sanatçıyı görevlendirdiği bilinmektedir. Bu
bağlamda iki farklı biçim özelliği ve dolayısıyla dil doğrultusunda Türkiye
toplumu yönlendirilmeye çalışılmıştır. İlk grupta, realist özelliği ön planda
tutulan heykeller, yağlı boya portreler, fotoğraflar ve kahramanlığa sahne olan
savaş hikâyelerinin tasvir edildiği tual ve rölyef, vb. eserler üretilmiştir.
İkinci grupta ise modernleşme sürecinin hızlanmasına katkı sağlamak üzere
geleneksel dilin anlam ve aktarım süreçlerini öteleyen, sınıfsal bir gereksinim
imajı oluşturulduğu için toplumun büyük çoğunluğuna benimsetilemeyen modern
sanat eserleri yer almaktadır.
İlk grupta yer alan
eserlerdeki dilin realist oluşundan yola çıkarak devletin toplumla buluşma,
kendini topluma hissettirme çabasıyla vücut bulan bir tür propaganda malzemesi
olduğu söylenebilir. Bu eserlerde biçim sıradan olmakla birlikte verilmek
istenen mesaj açık ve toplumun bütün katmanları tarafından kolay
anlaşılabilirdir.
İkinci grupta yer alan
eserler ise yabancı ve belirli bir zümreyle bütünleştiği düşünülen imge
bağlamında üretilmiştir. Bu nedenle Türk insanı bir geleneği olmasa da doğal
özdeşliği dikkate alarak realist eserlere gösterdiği ilgiyi bu grup eserlere
göstermemiştir. Hatta modern sanatın batılı dili, ülkedeki kent soylu sınıf
tarafından bile zor bela ve hatta zorunlu olarak anlaşılmıştır: Eserin
koleksiyon değeri, ticareti geleceği, sınıfsal göstergesi bakımından üst tabaka
bir gösteriş malzemesi olması ve ideolojik çağrışımı bu anlam arayışının en önemli
güdüleyicisi olmuştur.
Yüz yılı aşkın süredir batılılaşma
çabası doğrultusunda devlet eliyle programlanan eğitim süreçleri doğrultusunda,
ülkemizde modern sanata ilişkin nicel alışkanlık oluşturulmuş; bu bağlamda modern
sanatın önemli temsilcileri yetiştirilmiştir. Böylece güncel bağlamda modern
sanat resmiyetini yitirip sivilleşe bilmiştir. Fakat kent soylu sınıf
sivilleşmeyi becerememiş militarist düşüncenin bilinç altında oluşturduğu kir
bir türlü dezenfekte edilememiştir.
Söz konusu sivilleşme ile
toplum ayağında gerçekleştirildiği düşünülen yükseliş militarist egoyu daha
derin çukura itmiştir. Zira başlangıçtaki imajıyla geleneksel toplumu modern
dünyayla buluşturma ve bu bağlamda modern iktidarı benimsetme aracı olarak
kullanılan sanat, 1990’larda örtük rüşvet belgesi olarak kullanılmaya
başlanmıştır. Bu durumun en önemli örneği darbeci Kenan Evren’in sanatçılığı
sürecidir.
Sözü edilen figürün
toplumu dikkate alan bir zihniyeti değil de aksine kent soylu bir girişim
olarak militarist gücü temsil ettiği aşikârdır. 1990’lı yıllarda iktidarını
kaybeden Evren, askeri vesayeti yönlendirebildiği bilinciyle hala iktidarda
olduğu imajını sürdürmek için ve her durumda magazin gündemini meşgul etmek
çabasıyla resim yapmaya başlamış; gazete kupürleri ve fotoğraflardan yola
çıkarak ürettiği resimleri ile büyük müzayedelerin en pahalı ressamı olmuştur.
Bu haliyle Van Gogh’a rakip olduğu düşünülmüş olacak ki, Evren’in eserlerini
satın almak zengin zümrenin itibar tazeleme sürecinde büyük sanat iştiraki
olarak lanse edilmiştir.
Sırtını militarist güce
dayadığından haberdar olan zengin ve bu nedenle soylu olduğunu iddia eden
zümre, iktidara yaranmak için sanatsal değeri hakkında hiçbir fikre sahip
olmadığı eserleri fahiş fiyata satın almıştır. Hatta Koç ve Sabancı Müzeleri
gerçek sanatçının kim olduğunu bile bile gözü kapalı şekilde Kenan Evren
resimlerini koleksiyonlarına katmıştır.
Sivil haliyle Kenan Evren
olduğu durumda hiçbir müzayede salonuna girmesi mümkün olmayan bu resimlerin
Van Gogh’un sanat icra ettiği dünyada değer görmüş olması şimdi ve gelecek
zamanların utanç kaynağıdır. Zira Van Gogh’un resimlerinde yaratıcı istek ve
estetik amaç izleyicisinde güzel ve hürriyet iradesini harekete geçirirken
Evren’in resimlerini izleyenlerde makam, mevki, güç ve esaret iradesi harekete
geçmiştir.
IHLAMUR Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi 50. Sayıda yayınlanmıştır.
IHLAMUR Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi 50. Sayıda yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder