Sanat eserinin ne olduğunun
tartışma konusu olmaktan çıkıp her ürünün biraz sanatsal olduğunun düşünülmeye
başlandığı bu günlerde, gerçek sanatçının yorumcu mu, tasarımcı mı, yansıtmacı
mı veya yaratıcı mı olduğu üzerine birçok tanımla karşılaşmanız mümkündür. Bu
bağlamda gerçek sanatçının kim olduğu sorusuna verilecek belirli bir cevap
olduğu söylenemez. Diğer taraftan günümüzde sanatçı icra ettiği işin mahiyeti
hususunda kataloglarda saklı eserlerin temellük ettirilmesinden başka bir şey de
yapmamaktadır. Dolayısıyla eserin yaratım sürecinin yerini yapım süreci
almıştır. Bu bağlamda çoğu güncel eserin yansıttığı hakikat başka bir esere ait
olduğundan sanatçısı da bir başkasıdır.
Malzemenin
çeşitlendirilmesine bağlı olarak tekniğin bir yeteneği dışa vurmaktan çok
başkasının duyumunu ima işçiliği üzerine yoğunlaştığı söylenebilir. Herkes aynı
resmi mi yapıyor, herkes aynı şiiri mi yazıyor ya da herkesin heykeli bir elden
mi çıkıyor bilemeyiz fakat herkesin meseleyi aynı şekilde yorumlama gayreti
öncü sanatçıyı patronların belirlemesi noktasında dikkate değer görünüyor.
Elbette bu sözü söylemişken patronun kim olduğunun da söylenmesi gerekir. Fakat
modern zamanlarda somut özne yoktur.
Öznenin soyut kaldığı ve onun yerine nesnenin netleştiği ortamda mekân
bir marka düzeneğidir. Bu nedenle “patron kimdir?” sorusunun cevabını vermek
kolay değildir.
Söz konusu olan marka ve
patron olduğunda sanatçının kolaylıkla ikmal edildiği yer imajdır. Ve bu
doğrultuda kavram neyi gerektiriyorsa sanatçı o gereksinime göre tavır geliştirebilir.
Bu tavrı geliştirmek için ortama ayak uydurmak ve hatta kendisini gösterecek
bir ortam oluşturmak işe yarayacaktır.
Burada söylenenlerden
yola çıkarak sanatçı biraz tutarsız mıdır (?) diye sorduğunuzda, “Hayır,
tutarsız değildir, moderndir.” cevabını alırsınız. Bu durum çoğu sanatçı açısından büyük bir
avantajdır. Çünkü bu mekân koşullarında o, anlamlı olmak zorunda değildir;
anlayışlı olmak daha kullanışlıdır…
…
Sanattan söz açıldığı her
durumda, “Sanat ne içindir?” sorusuyla başlayan diyaloğun ülkesinde yaşıyoruz.
Bu soru herkesin biraz sanatla ilgili olduğunun anlaşılması noktasında malum
entelektüeli çağrıştırır. Ancak sanatın ne ya da kimin için olduğundan ziyade neden
olduğu üzerine kafa yormak sanatçı namzedini geliştirecek daha önemli bir
husustur. Bu hususun aydınlatılması patronun güdümündeki sanatçıyı amaçsızlığından
kurtaracağı gibi kendisinin kim olduğunu da açıklayacaktır.
‘Sanatçı, patronun
güdümündedir’ denildiğinde mesele hallolmadığı gibi böyle bir genelleme yaparak
mesele oluşturmanın da bir mantığı yoktur elbette. Fakat bu yaklaşım post modern
bir inceliktir: Zira patronun sezildiği düzenekte sanatçı yoktur. Bu nedenle de
sanatın nedenselliği üzerine fikir yürütmek günümüz koşullarında çıkmaz sokağa
girmek gibidir. Bununla birlikte modern sanatçı kimdir(?) nerelidir(?) neden sanatçıdır(?)
gibi sorulara verilecek cevap hap mukabilinden hazırdır. Modern sanatçı
dünyalıdır; kültürü, ülkesi, dini, dili yoktur…
Yukarıda söylenenin doğru
olduğunu kabul edersek eğer, Üsküdar’da çay ocağında oturup memleketin simit
meselesi hususunda fikir beyan eden namzetle, varoluş problemi üzerine kafa
patlatıp kütüphaneler hıfzeden, müze, galeri, doğa müdavimi arasındaki tek ve
büyük fark cam bardaktır. Mesele bu kadar basitse bütün kütüphaneler yakılmalı,
müzeler imha edilmeli, sanat ve sanatçı hakkındaki belgeseller, kitaplar, görüş,
eleştiri ve analizler aracılara iade edilmelidir.
Diğer taraftan sanatın neden
yapıldığı hususunda kendisini bal arsına benzeten her kim varsa iradesiz olduğu
ve ürünüyle isyana kalkışmadığı için yalancıdır. Bu nedenle dünyalı sanatçı,
sisteme ayak uydurmuş, kimlik kartı olarak banka cüzdanını kullanmaya hevesli
kalpazandır çünkü gerçek sanatçı dünyayı kabul etmez, dünya onu kabul etmeye
can atar…
…
Sanatta hiza alanların
patronun meclisinde saf tutanlara karşı yenik sayıldığı ortamda “imaj her
şeydir” safsatası ile kandırılan toplumların kendilerini ifade eden ürünlerinin
olmadığının anlaşılması zaman alacağa benziyor. Bu bakımdan kenarda bırakılarak
trajedisi görmezlikten gelinen gerçek sanatçıların varlığının sözü edilen olumsuzluğun
bir nebze de olsa hafifletilmesi hususunda yardımcı olacağı kanaatini taşımak,
büyük iyimserlik olarak yorumlanmamalıdır. Her şeye rağmen günü geldiğinde hakikat
kendini haykıracaktır. Bu haykırışa ses olacağını düşündüğüm sanatçılardan biri
Mehmet Göktepe’dir.
Göktepe, resimlerinde
insanın mekânla ilişkisi bağlamında Anadolu kahvehanelerini seçiyor. Görüntünün
dışsal bir sezişle hapsettiği iç duyarlığın biçimden taştığı resimlerinde
sanatçı, yerel malzemenin evrensel işitmeye nasıl dönüştüğüne tanık ediyor
bizi. Bu bağlamda Anadolu’nun herhangi bir şehrinden dünyanın herhangi bir
mekânına ‘insan budur’ diyerek geçmek an meselesi… Dolayısıyla Göktepe’nin resimlerinde
patronaj eserin kendi yaratım süreciyle ilgisi bakımından dikkat çekiyor. Konu
her ne kadar yerel gibi görünse de hüviyetin hürriyeti engellemediği bir
girişim olarak sanat bütün cazibesiyle güzeli dışa vuruyor.
Günümüzde sanatçının
çıkmazlarından biri mekân sorunudur. İnsanın mekânda kaybolduğu yönündeki inanç
ve bu bağlamda insanın evrenin genişliğine yayılma hevesini güdülemek üzere
ortaya atılan bulunma teorileri, bu sorunun ana nedenidir. Böyle bir kayboluşun
kronolojisi, kurmaca teoloji, eksik felsefe, izahsız bilim dışında başka bir
enstrümanla aydınlatılamaz. Patron doğru tanımlandığı zaman kurmaca bütün
yalınlığı ve yanlışlığıyla ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla sanattaki mekân
problemi Göktepe’nin resimlerinde de bir problemdir. Fakat bu kez problem
modern düşüncenin savsakladığı şekliyle insanın mekâna direndiği imajıyla değil
mekânın insanlaştığı yönünde bir duyguyu yansıtmasıyla dikkat çekmektedir.
Modern insan, kaybolduğuna
inandığı için mekânı istila etmek yoluyla kendinin bulunacağını ve bu nedenle mekânın
bilincini hapsedip, saklayarak ondan kurtulacağını düşünür. Oysa Göktepe’nin
resimlerinde de görüldüğü üzere mekân, insanın dışa vurduğu biçim ve bir o
kadarda insandaki eksiği doğrudan veri olarak tamamlayan bilinçtir. Bu bakımdan
mekân insanı tamamlayan ve insanla tamamlanan bir canlı yapı parçasıdır.
Sanatçının tasvirlerinde
ışığın üst düzey bir duygu dalgası olarak bütünleştiği nesneleri, genelden özele
doğru bir bütünlüğe taşıdığı gözlemlenmektedir. Bu haliyle ifade, resmin odak
merkezinin duygunun da merkezi olduğunu düşündürmektedir: Fondaki ışığın dört
yönden merkeze doğru farklı basamaklarda ve parçalı şekilde iletilerek figür
yüzeylerinde bütünleştirilmesi, bakışın bütün yüzeyi dolaşarak merkezdeki
konuya toparlanmasını sağlıyor. Koyu açık dengesi, kontrast fikirlerin sadece
renk olarak algılanmasının önüne geçiyor.
Anatomi bilgisi,
desendeki başarısı ve kompozisyon becerisi yoruma mahal vermeyecek düzeyde
yüksek olan Mehmet Göktepe’nin figür ile mekân arasındaki ilişkiyi bir bütün
olarak algılamamızı kolaylaştıran renkleri, her şey birbirine yansır ve her şey
bir birinde yansır imgesini derinleştirir niteliktedir.
Göktepe’nin resimlerinde
asıl konuyu oluşturan figürler, başka bir dünyaya yönelmeden ve kendi
gerçeğinden tereddüt etmeden kimlik sorunlarının ötesinde yalın bir özgüveni
yansıtmakta; desendeki başarısı, karakter sorgulamasına mahal vermeyecek
şekilde ciddi bir yeteneği dışa vurmaktadır. Oturur pozisyonda veya ayakta
kadrajın her alanını etkileyen ve bu nedenle etkilenen figürler nostalji,
romantizm, hüzün çağrışımlarına yönelse de trajedi temasında tamamlanan bir
duyarlığı dışa vurmaktadır.
Bununla birlikte
Göktepe’nin görünme telaşına kapılmadan, resimdeki mekânı kendine giydirerek,
günlük yaşamındaki figür şemasını tasvire yöneldiğini de söylemek mümkündür.
Konu bu açıdan ele alındığında üslubun, tarihsel şemadan kopmadan, öncüllerini
gülümseterek, fakat sanatçının öz duyarlığıyla şekillendiğini ifade etmek
gerekir. Zira Göktepe’nin resimlerindeki teknik, beceri ve fikir farklılaşması
bakımından özgündür.
Bilmediği bir biçimin
bilincine taşeronluk yapmak yerine, gayet yalın bir şekilde oluşturduğu eserlerini
patrona yaslanmadan sessiz sedasız izleyiciyle paylaşan sanatçının kimliğini
besleyen kültüre yerleşik kalması en büyük temennimizdir…
NOT: SANATÇININ ESERLERİNE, BİLİNÇLİ OLARAK
METİN İÇERİSİNDE YER VERİLMEMİŞTİR… MERAK EDİP ARAŞTIRANI ÇOK OLSUN…
Yorumlar
Yorum Gönder