Ana içeriğe atla

Patron için kısa bir analiz ya da… Mehmet Göktepe Resimleri Üzerine Birkaç Söz / Ruhi KONAK

 
Sanat eserinin ne olduğunun tartışma konusu olmaktan çıkıp her ürünün biraz sanatsal olduğunun düşünülmeye başlandığı bu günlerde, gerçek sanatçının yorumcu mu, tasarımcı mı, yansıtmacı mı veya yaratıcı mı olduğu üzerine birçok tanımla karşılaşmanız mümkündür. Bu bağlamda gerçek sanatçının kim olduğu sorusuna verilecek belirli bir cevap olduğu söylenemez. Diğer taraftan günümüzde sanatçı icra ettiği işin mahiyeti hususunda kataloglarda saklı eserlerin temellük ettirilmesinden başka bir şey de yapmamaktadır. Dolayısıyla eserin yaratım sürecinin yerini yapım süreci almıştır. Bu bağlamda çoğu güncel eserin yansıttığı hakikat başka bir esere ait olduğundan sanatçısı da bir başkasıdır.

Malzemenin çeşitlendirilmesine bağlı olarak tekniğin bir yeteneği dışa vurmaktan çok başkasının duyumunu ima işçiliği üzerine yoğunlaştığı söylenebilir. Herkes aynı resmi mi yapıyor, herkes aynı şiiri mi yazıyor ya da herkesin heykeli bir elden mi çıkıyor bilemeyiz fakat herkesin meseleyi aynı şekilde yorumlama gayreti öncü sanatçıyı patronların belirlemesi noktasında dikkate değer görünüyor. Elbette bu sözü söylemişken patronun kim olduğunun da söylenmesi gerekir. Fakat modern zamanlarda somut özne yoktur.  Öznenin soyut kaldığı ve onun yerine nesnenin netleştiği ortamda mekân bir marka düzeneğidir. Bu nedenle “patron kimdir?” sorusunun cevabını vermek kolay değildir.

Söz konusu olan marka ve patron olduğunda sanatçının kolaylıkla ikmal edildiği yer imajdır. Ve bu doğrultuda kavram neyi gerektiriyorsa sanatçı o gereksinime göre tavır geliştirebilir. Bu tavrı geliştirmek için ortama ayak uydurmak ve hatta kendisini gösterecek bir ortam oluşturmak işe yarayacaktır.

Burada söylenenlerden yola çıkarak sanatçı biraz tutarsız mıdır (?) diye sorduğunuzda, “Hayır, tutarsız değildir, moderndir.” cevabını alırsınız.  Bu durum çoğu sanatçı açısından büyük bir avantajdır. Çünkü bu mekân koşullarında o, anlamlı olmak zorunda değildir; anlayışlı olmak daha kullanışlıdır…


Sanattan söz açıldığı her durumda, “Sanat ne içindir?” sorusuyla başlayan diyaloğun ülkesinde yaşıyoruz. Bu soru herkesin biraz sanatla ilgili olduğunun anlaşılması noktasında malum entelektüeli çağrıştırır. Ancak sanatın ne ya da kimin için olduğundan ziyade neden olduğu üzerine kafa yormak sanatçı namzedini geliştirecek daha önemli bir husustur. Bu hususun aydınlatılması patronun güdümündeki sanatçıyı amaçsızlığından kurtaracağı gibi kendisinin kim olduğunu da açıklayacaktır.

‘Sanatçı, patronun güdümündedir’ denildiğinde mesele hallolmadığı gibi böyle bir genelleme yaparak mesele oluşturmanın da bir mantığı yoktur elbette. Fakat bu yaklaşım post modern bir inceliktir: Zira patronun sezildiği düzenekte sanatçı yoktur. Bu nedenle de sanatın nedenselliği üzerine fikir yürütmek günümüz koşullarında çıkmaz sokağa girmek gibidir. Bununla birlikte modern sanatçı kimdir(?) nerelidir(?) neden sanatçıdır(?) gibi sorulara verilecek cevap hap mukabilinden hazırdır. Modern sanatçı dünyalıdır; kültürü, ülkesi, dini, dili yoktur…  

Yukarıda söylenenin doğru olduğunu kabul edersek eğer, Üsküdar’da çay ocağında oturup memleketin simit meselesi hususunda fikir beyan eden namzetle, varoluş problemi üzerine kafa patlatıp kütüphaneler hıfzeden, müze, galeri, doğa müdavimi arasındaki tek ve büyük fark cam bardaktır. Mesele bu kadar basitse bütün kütüphaneler yakılmalı, müzeler imha edilmeli, sanat ve sanatçı hakkındaki belgeseller, kitaplar, görüş, eleştiri ve analizler aracılara iade edilmelidir.

Diğer taraftan sanatın neden yapıldığı hususunda kendisini bal arsına benzeten her kim varsa iradesiz olduğu ve ürünüyle isyana kalkışmadığı için yalancıdır. Bu nedenle dünyalı sanatçı, sisteme ayak uydurmuş, kimlik kartı olarak banka cüzdanını kullanmaya hevesli kalpazandır çünkü gerçek sanatçı dünyayı kabul etmez, dünya onu kabul etmeye can atar…


Sanatta hiza alanların patronun meclisinde saf tutanlara karşı yenik sayıldığı ortamda “imaj her şeydir” safsatası ile kandırılan toplumların kendilerini ifade eden ürünlerinin olmadığının anlaşılması zaman alacağa benziyor. Bu bakımdan kenarda bırakılarak trajedisi görmezlikten gelinen gerçek sanatçıların varlığının sözü edilen olumsuzluğun bir nebze de olsa hafifletilmesi hususunda yardımcı olacağı kanaatini taşımak, büyük iyimserlik olarak yorumlanmamalıdır. Her şeye rağmen günü geldiğinde hakikat kendini haykıracaktır. Bu haykırışa ses olacağını düşündüğüm sanatçılardan biri Mehmet Göktepe’dir.

Göktepe, resimlerinde insanın mekânla ilişkisi bağlamında Anadolu kahvehanelerini seçiyor. Görüntünün dışsal bir sezişle hapsettiği iç duyarlığın biçimden taştığı resimlerinde sanatçı, yerel malzemenin evrensel işitmeye nasıl dönüştüğüne tanık ediyor bizi. Bu bağlamda Anadolu’nun herhangi bir şehrinden dünyanın herhangi bir mekânına ‘insan budur’ diyerek geçmek an meselesi… Dolayısıyla Göktepe’nin resimlerinde patronaj eserin kendi yaratım süreciyle ilgisi bakımından dikkat çekiyor. Konu her ne kadar yerel gibi görünse de hüviyetin hürriyeti engellemediği bir girişim olarak sanat bütün cazibesiyle güzeli dışa vuruyor.

Günümüzde sanatçının çıkmazlarından biri mekân sorunudur. İnsanın mekânda kaybolduğu yönündeki inanç ve bu bağlamda insanın evrenin genişliğine yayılma hevesini güdülemek üzere ortaya atılan bulunma teorileri, bu sorunun ana nedenidir. Böyle bir kayboluşun kronolojisi, kurmaca teoloji, eksik felsefe, izahsız bilim dışında başka bir enstrümanla aydınlatılamaz. Patron doğru tanımlandığı zaman kurmaca bütün yalınlığı ve yanlışlığıyla ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla sanattaki mekân problemi Göktepe’nin resimlerinde de bir problemdir. Fakat bu kez problem modern düşüncenin savsakladığı şekliyle insanın mekâna direndiği imajıyla değil mekânın insanlaştığı yönünde bir duyguyu yansıtmasıyla dikkat çekmektedir.

Modern insan, kaybolduğuna inandığı için mekânı istila etmek yoluyla kendinin bulunacağını ve bu nedenle mekânın bilincini hapsedip, saklayarak ondan kurtulacağını düşünür. Oysa Göktepe’nin resimlerinde de görüldüğü üzere mekân, insanın dışa vurduğu biçim ve bir o kadarda insandaki eksiği doğrudan veri olarak tamamlayan bilinçtir. Bu bakımdan mekân insanı tamamlayan ve insanla tamamlanan bir canlı yapı parçasıdır.

Sanatçının tasvirlerinde ışığın üst düzey bir duygu dalgası olarak bütünleştiği nesneleri, genelden özele doğru bir bütünlüğe taşıdığı gözlemlenmektedir. Bu haliyle ifade, resmin odak merkezinin duygunun da merkezi olduğunu düşündürmektedir: Fondaki ışığın dört yönden merkeze doğru farklı basamaklarda ve parçalı şekilde iletilerek figür yüzeylerinde bütünleştirilmesi, bakışın bütün yüzeyi dolaşarak merkezdeki konuya toparlanmasını sağlıyor. Koyu açık dengesi, kontrast fikirlerin sadece renk olarak algılanmasının önüne geçiyor.

Anatomi bilgisi, desendeki başarısı ve kompozisyon becerisi yoruma mahal vermeyecek düzeyde yüksek olan Mehmet Göktepe’nin figür ile mekân arasındaki ilişkiyi bir bütün olarak algılamamızı kolaylaştıran renkleri, her şey birbirine yansır ve her şey bir birinde yansır imgesini derinleştirir niteliktedir.

Göktepe’nin resimlerinde asıl konuyu oluşturan figürler, başka bir dünyaya yönelmeden ve kendi gerçeğinden tereddüt etmeden kimlik sorunlarının ötesinde yalın bir özgüveni yansıtmakta; desendeki başarısı, karakter sorgulamasına mahal vermeyecek şekilde ciddi bir yeteneği dışa vurmaktadır. Oturur pozisyonda veya ayakta kadrajın her alanını etkileyen ve bu nedenle etkilenen figürler nostalji, romantizm, hüzün çağrışımlarına yönelse de trajedi temasında tamamlanan bir duyarlığı dışa vurmaktadır.

Bununla birlikte Göktepe’nin görünme telaşına kapılmadan, resimdeki mekânı kendine giydirerek, günlük yaşamındaki figür şemasını tasvire yöneldiğini de söylemek mümkündür. Konu bu açıdan ele alındığında üslubun, tarihsel şemadan kopmadan, öncüllerini gülümseterek, fakat sanatçının öz duyarlığıyla şekillendiğini ifade etmek gerekir. Zira Göktepe’nin resimlerindeki teknik, beceri ve fikir farklılaşması bakımından özgündür.

Bilmediği bir biçimin bilincine taşeronluk yapmak yerine, gayet yalın bir şekilde oluşturduğu eserlerini patrona yaslanmadan sessiz sedasız izleyiciyle paylaşan sanatçının kimliğini besleyen kültüre yerleşik kalması en büyük temennimizdir…

 NOT: SANATÇININ ESERLERİNE, BİLİNÇLİ OLARAK METİN İÇERİSİNDE YER VERİLMEMİŞTİR… MERAK EDİP ARAŞTIRANI ÇOK OLSUN…

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gülten Akın’ın “Sonra İşte Yaşlandım”ı üzerinden: Susku / Fatih Çodur

“Bir roman kadar uzun bu tümce, -sonra işte yaşlandım…”  Gülten Akın, “Sonra İşte Yaşlandım” kitabına yukarıdaki dizelerle başlıyor. Yani “kısa şiir/...”lerin “bir’incisiyle. Öyle gözüküyor ki bu sesli ifade (sonra işte yaşlandım), daha en baştan kitabın bütününde kullanılacak yöntemin sunumunu yapıyor okuyucuya. “Sizlere birkaç tümcelik adımlarla, çok bir yol aldıracağım” deniliyor. Çok sesli ifadelerle birer monolog-şiiryaratılacak kanısı veriliyor. Elbette konu bütünlüğünün bozulmaması için şu açıklamayı yapmamız gerekir. Şiirin başlı başına bir monolog olduğu düşünülebilir. Onun, bir dışa vurumdan farklı olarak, bir iç konuşma olduğu gerçekliği yadsınamaz. Fakat kendi havzasında oluşturduğu özgün dil nedeniyle monolog’dan semantik bakımdan da ayrılır. Bundan dolayı, kitaptaki bu yaklaşım biçimini şöyle ifade etmemiz daha doğru olacaktır:  Yazıda “sonra işte yaşlandım” dize’sinin, ‘dizecik’ kelimesiyle ifadelendirilmesinin sebebi, kitaptaki “kısa şiir/…”leri ...

2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ…

   2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ… Sanatçıçalışıyor tarafında düzenlenen 2. Minyatür Çalıştayı, Kocaeli Karamürsel ve Yalova Altınova’da yirmi sanatçının katılımı ile gerçekleştirildi. Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen çalıştay, Doç. Ruhi Konak başkanlığında projelendirilerek gerçekleştirildi.             22 Ağustos 2002 pazartesi günü saat 09.00’da Karamürsel Öğretmenevi etkinlik salonunda başlayan çalıştay, aynı gün 18.00’da Yalova Elgelsiz Sanat Galesi’nde açılışı Vali Muammer Erol, Emniyet Müdürü Göksel Topaloğlu ve İl Kültür Müdürü Şeref Tali’nin katılımıyla yapılan ‘Işılay Konak Kişisel Restorasyon Sergisi’ ve ‘Mine Dilber Kişisel Tezhip Sergisi’ ile devam etti. 23 Ağustos 2002 tarihlerinde Karamürsel Öğretmen evinde devam eden çalıştay 24 Ağustos 2022 çarşamba günü Altınova Belediyesi Hersek Lagünü Kuş Gözlemevi’nde gerçekleştirildi. Sabah Gözlem...

Güzelliği Bağışlayan / Damla Nur AKKİRPİ

Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Beni koruyan peygamberin omzuna yaslanıp zamanı seyrediyorum. Tam da bu zamanlar kadınlık çağım görmediğiniz, ışıklı suda bekleyen o çocukları ben doğuracağım. Bağışlayın ama benim de güzelliğim var. Çocukluğumdan attığınız top canımı kırdı, Bana bir can borcunuz var. Gerekirse toplayın pılımı pırtımı başka şehire gönderin beni. Can kırıkları olmayan bir şehire, kanımdan kesik götüreceğim. Ben ki bir peygamber ümmetiyim, benim en korunaklı yanım peygamberim. İnanmayacaksınız ama benim de güzelliğim var. Ellerimde açan deniz, çiçeklerden erken getiriyor baharı. Ben şimdi bir doğu, bir batı kanadıyım yaşamın. Dünyanın yuvarlak oluşundan evrilen, harita kadar derin bir noktayım peygamberlerin yüzünde. Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Şu çirkin yağmurunu sileyim gözlerimin bir de bana öyle bakın, peygamber gözüyle. Dudaklarımdaki ilahiyi sessizliğimden tadın. Bağışlayın, bağışlayın ama benim de ...