Ana içeriğe atla

TÜRKÇE SANATA HAYIR / KÜRESEL APTALLIĞA EVET/ Ruhi KONAK

Türk sanatı kavramı, sanatta dilin Türkçe olması bakımından anlaşılabilirdir. Bu açıdan Türk sanatı denildiğinde yerel değil yerli, küresel değil milli, öteki değil kendi olarak özgünleşen bir anlayıştan söz etmek gerekir. İslamiyet’ten önceki Türk sanatının, totemcilik, şamanlık, Budizm, Manihaizm, vb. ile daha sonrasında ise İslam diniyle ilişkilendirilmesi sürecinde, etki kaynağı ne olursa olsun, sanatın dili Türkçe kalmıştır. Biçimin temellendiği özgünlük, diğer biçim kaynakları ile bütünleşerek geliştirilmiş; özün yerli bir biçim dili ile ifade edilmesi yoluna gidilmiştir. On sekizinci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla gelişen süreçte ise Türk sanatı kavramı dil açısından değil Türkler tarafında icra edilen sanat olarak küresel bağlama taşınmaya çalışılmıştır.
Bu süreçte teknolojik açıdan batının gerisinde kalındığını fark eden yerli akıl, kültürel açıdan benzeşmenin teknolojinin gelişmesine olanak sağlayacağını düşünmüştür. Zira küresel bağlamda anlaşılmama endişesine karşı çözüm üretemeyenler, yerli sanat dilinin küresel bağlama taşınması gerektiğini de fark edememişlerdir. Sorun kısa yoldan çözülmüş ve yerli sanat terk edilerek sanat ihtiyacı batılı kaynaklardan karşılanmaya çalışılmıştır.
Geldiğimiz noktada gerek güzel sanatlar fakültelerinde, gerek sanat tarihi ve felsefe bölümlerinde gerekse bağımsız atölyelerde Türk sanatına ilişkin hurafe dışı bir sözle karşılaşmak olası değildir. Zira elimizdeki yekûn kuru kronolojiden ibarettir. Tuhaf olsa da bizim ülkemizde sanatın tarihini bilmek sanatı bilmekle eş anlamlı gibidir.
Sanatın ne olduğuna ilişkin soruya cevabın eldeki diploma ile tanımlandığı yerde, sanat eserinin ne olduğu sorusunun cevabını, başkasından deneyimlediğimiz üç beş satır ile vermek dışında bir girişimimiz yok. Deneyimlerimizi koşullandıran düzeneğin en az üç yüzyıldır bizim tarafımızdan yönlendirilmediğini düşünürsek, Müslümanların neden domuz eti yemediği sorusunun cevabının, Vatikan erbabından istenmesi gerektiği kanaatinde olmamız kusurlu bir ifade olarak görülmemelidir. Dolayısıyla Türk sanatının ve Türk sanatçısının idrak yollarının kapalı olduğunu söylediğimizde Türkçe anlayıp, Türkçe konuşamayan bireyin ya da Türkçe düşünüp İspanyol gibi üreten sanatçının engelini aşması için çaba göstermesi gerektiğini de söylememiz gerekir.
Geldiğimiz noktada, bütün iyi niyetiyle biri, bize artık on sekizinci yüzyılda yaşamıyoruz, Levni’den öğrenmemiz gereken bir şey yok, diyebilir. Bu belirleme tarihsel/biçimsel açıdan doğru olsa da hakikatte, bizim hala sözü edilen yüzyılda olduğumuz inkâr edilemez. Zira güncel ortamda, sanatçısı dışında anlaşılmayan (hatta sanatçısı tarafından da performans dışı anlamı bilinmeyen) ve estetik zevkle bağdaşma noktası anlamlandırılamayan yerli ve yabancı eserlerle karşı karşıyayız. Karşısında bulunduğumuz eseri, içeride anlaşılmadan dışarıda iltifat görme isteğinde olması bakımından bu toplum için üretilmemiş gibi görmek, esere, türüne veya anlayışına ilişkin bir eleştiri değildir. Söz konusu eserin problemi dil problemidir. Bu şekliyle bir İngiliz ile anlaşmak için bizim İngilizce bilmemiz gerektiği ifade edilmektedir. Fakat İngiliz’in Türkçe bilmesine gerek yoktur çünkü emperyal odak odur. Onunla anlaşabilmek için ona benzemekten başka çare bulamayan zavallı olmayı kabul etmiyoruz. Kendimizi geliştirmek yerine ona doğru değişmeyi ihtiyaç görmüyorum/z. Küresel aptal olmaya ihtiyaç duymuyoruz. Bu nedenle sanatta dilin Türkçe ve yerli şemaya taşınması noktasında özün bütün olanaklarının yeniden ve doğru şekilde öğrenilip, idrak edilip denenmesi gerektiğine inanıyoruz.
Güncel ortamda Türk sanatı ile uğraştığını söyleyenleri de yukarıda değinilenler açısından kenara alıp alkışlamak mümkün değildir. Türk sanatının öz biçim ilişkisi üzerine birkaç hurafe ve uydurma söz ile kendilerini sağlama alıp problemi bugün için ıskalayanları tarih affetmeyecektir; biz de affetmiyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gülten Akın’ın “Sonra İşte Yaşlandım”ı üzerinden: Susku / Fatih Çodur

“Bir roman kadar uzun bu tümce, -sonra işte yaşlandım…”  Gülten Akın, “Sonra İşte Yaşlandım” kitabına yukarıdaki dizelerle başlıyor. Yani “kısa şiir/...”lerin “bir’incisiyle. Öyle gözüküyor ki bu sesli ifade (sonra işte yaşlandım), daha en baştan kitabın bütününde kullanılacak yöntemin sunumunu yapıyor okuyucuya. “Sizlere birkaç tümcelik adımlarla, çok bir yol aldıracağım” deniliyor. Çok sesli ifadelerle birer monolog-şiiryaratılacak kanısı veriliyor. Elbette konu bütünlüğünün bozulmaması için şu açıklamayı yapmamız gerekir. Şiirin başlı başına bir monolog olduğu düşünülebilir. Onun, bir dışa vurumdan farklı olarak, bir iç konuşma olduğu gerçekliği yadsınamaz. Fakat kendi havzasında oluşturduğu özgün dil nedeniyle monolog’dan semantik bakımdan da ayrılır. Bundan dolayı, kitaptaki bu yaklaşım biçimini şöyle ifade etmemiz daha doğru olacaktır:  Yazıda “sonra işte yaşlandım” dize’sinin, ‘dizecik’ kelimesiyle ifadelendirilmesinin sebebi, kitaptaki “kısa şiir/…”leri ...

2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ…

   2. MİNYATÜR ÇALIŞTAYI YİRMİ SANATÇININ KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ… Sanatçıçalışıyor tarafında düzenlenen 2. Minyatür Çalıştayı, Kocaeli Karamürsel ve Yalova Altınova’da yirmi sanatçının katılımı ile gerçekleştirildi. Kastamonu Üniversitesi Kültür Sanat Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen çalıştay, Doç. Ruhi Konak başkanlığında projelendirilerek gerçekleştirildi.             22 Ağustos 2002 pazartesi günü saat 09.00’da Karamürsel Öğretmenevi etkinlik salonunda başlayan çalıştay, aynı gün 18.00’da Yalova Elgelsiz Sanat Galesi’nde açılışı Vali Muammer Erol, Emniyet Müdürü Göksel Topaloğlu ve İl Kültür Müdürü Şeref Tali’nin katılımıyla yapılan ‘Işılay Konak Kişisel Restorasyon Sergisi’ ve ‘Mine Dilber Kişisel Tezhip Sergisi’ ile devam etti. 23 Ağustos 2002 tarihlerinde Karamürsel Öğretmen evinde devam eden çalıştay 24 Ağustos 2022 çarşamba günü Altınova Belediyesi Hersek Lagünü Kuş Gözlemevi’nde gerçekleştirildi. Sabah Gözlem...

Güzelliği Bağışlayan / Damla Nur AKKİRPİ

Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Beni koruyan peygamberin omzuna yaslanıp zamanı seyrediyorum. Tam da bu zamanlar kadınlık çağım görmediğiniz, ışıklı suda bekleyen o çocukları ben doğuracağım. Bağışlayın ama benim de güzelliğim var. Çocukluğumdan attığınız top canımı kırdı, Bana bir can borcunuz var. Gerekirse toplayın pılımı pırtımı başka şehire gönderin beni. Can kırıkları olmayan bir şehire, kanımdan kesik götüreceğim. Ben ki bir peygamber ümmetiyim, benim en korunaklı yanım peygamberim. İnanmayacaksınız ama benim de güzelliğim var. Ellerimde açan deniz, çiçeklerden erken getiriyor baharı. Ben şimdi bir doğu, bir batı kanadıyım yaşamın. Dünyanın yuvarlak oluşundan evrilen, harita kadar derin bir noktayım peygamberlerin yüzünde. Bağışlayın, benim de güzelliğim var. Şu çirkin yağmurunu sileyim gözlerimin bir de bana öyle bakın, peygamber gözüyle. Dudaklarımdaki ilahiyi sessizliğimden tadın. Bağışlayın, bağışlayın ama benim de ...