Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Soyutla-n-ma İsteği ve Veysel Saydut Resimleri Üzerine / Ruhi KONAK

Soyutla-n-ma, insanın kendine dayatılan koşullardan ayrılma ve ona karşı bir dil oluşturma çabasıdır. Bu çaba, doğal olanı eleştirme veya onu tamamlama gibi fikirlerden öte, onun ezici iktidar cümlesine karşı kendi cümlesini kurma girişimidir.  Bunu yaparken öznenin kendinde ve kendine göre temellendirdiği ön yargısından sakınmak gerekir. Bu nedenle mevcut dili zorunludur. Nesnenin irade gösterdiği düzenekte, özne tarafından anlaşılmak, suç işlemiş olmak gerekçesiyle dışlanmak anlamına gelir. Dolayısıyla soyut biçim öznenin dayattığı imaja karşı nesnenin pratik cevabıdır.  Bu yapıda biçim ilkelden moderne, öznenin dönemlere göre farklılaşmasında temellenerek çeşitlenen bir sentezdir. Modern zamanlarda soyutla-n-ma girişimi, ilkel insanın doğaya karşı sergilediğinin aksine bir dış mekan kurgusunda gerçekleşir. İnsan; doğa ya da doğadakine karşı değil, çevreleşerek mekanlaşmış insana karşı soyutla-n-ma eğilimindedir. İlkellerdeki vahşi doğa ve kaynaksız güç imgesi bu...

SİYAHTA SADECE SİYAHI GÖRMEYEN BİR GÖRÜNTÜ ARKEOLOĞU: RAİNER WERNER FASSBİNDER / Mehmet Akif Ertaş

İstanbul’un ilçelerinden Beşiktaş’taki Bingül Erdem Lisesi’nin son sınıfında okurken, üniversiteye hazırlanmak için dershaneye giden Münevver Karabulut’un, bu dönemde tanıştığı Cem Garipoğlu ile birlikte olması ve Garipoğlu tarafından öldürülmesiyle gelişen olaylar, Türkiye’nin sadece krimonoloji, psikiyatri gibi alanlarda değil, sinemada da sınıfta kaldığını gözler önüne sermiştir. Sadece Çağan Irmak gibi, santimantalitenin can yeleğine tutunarak ilerleyen yönetmenlerin değil, gerçekleştirdikleri çalışmalara sanat filmi yaftası vurularak sözümona tahkir ve tezyif edilen isimlerin de üzerine yoğunlaşmadıkları bu olayın benzeri, psikiyatrlığını eserlerine, tıbbın sektörleşmesini de çuvaldızlayarak aksettiren Alfred Döblin’in Berlin Alexenderplatz/Berlin Alexender Meydanı isimli romanında ele alınmış ve eser, Rainer Werner Fassbinder tarafından, 1979 ve 1980 yıllarında, yazarının kemikleri sızlatılmadan televizyona, Televizyon Dizisi formatında uyarlanmıştır.  Televizyon...

Yeni Çağ Gazeli / Çetin ALPAGUT

Bir uzak beldeden şarkı çalmışsın İncir gözlerinle gülmüş bana dalmışsın Eski çağlar senin çevrende kurulmuşta Sen bu çağa sesini bayrak gibi salmışsın. Şimdi gelmiş kurulmuşsun öz yurdun gibi evimden reyhalarla şehrime yayılmışsın Kim sorsa saklısın renksiz ve kokusuz Özündeki eczayı bir bana ayırmışsın. Bir dilek olmak için dalda inat kalmışsın Düşmeyen gazellerin özünden karılmışsın.

Sevdamın Kanat Sesi / Damla AKKİRPİ

                             Seni İncil’i seven İsa gibi sevsem İbadetini şaşırsa tüm kitaplar Mümince bir haykırış olsa sesim Kalbimin titreyen teline bir name-i şehir olsa yıldızlı sözün Seni put’u seven Hristiyan gibi sevsem Dikili bir ruhun örf taşı olsan Açsan içimdeki sevda bayraklarını bir bir Sözsüz konuşsa avluda sallanan mihrimah Seni gözleri hiç görmeyen bir âmânın gökkuşağını sevmesi kadar sevsem İçim renk cümbüşüne karışıp gitse Sessizliği boyasan, Sevdanın bakır teliyle Ah bir tapınak, bir tapan ve bir uzuvluk gibi sevsem seni Kaç renge ayrılırdı cihan, Hangi rengin başına düşerdi, yaz karası ellerin? Ah bir sevsem seni, Kaç Darülaceze doyururdu sesin. Kim bilir ki kimi? Zaman tatsız, başı büyük, uzun kanatlı bir uçuş gibi Oysa sevsem seni Kanadını kanser yapan tümöre Bir dağıtıcı olurdu sesim…

umut / Fatih ÇODUR

                                                   çiçeklere su vermeyi sakın unutma…                                                  bakarsın medet umarız şu yaşamaktan                                                  çekilir evlerine usul usul ayrılık                                                  son gemi belirir o metruk limanda                                         ...

Tehcir / Emre AY

    barut aldıkça biçimini     artıyor yükü toprağın     dolduruyor içini biçimini veren     azalıyor gücü baharın     kanı hızlı yutuyor burada tabiat     ve revaçta yapma çiçekler     acıtmıyor elimi dikeni gülün     genzimdeki seramik ve plastik kokusu kadar     süslendikçe yüzleri duvarların    taşındıkça kırlar tablolara    balkonlara dizilen saksılar    bir çocuğun gözünde sadece doğadır    saksılar ki el işi bir bahar    mevsimsiz çiçekler için mezar    yankısından telaşlı demirin sesi    ulaştığında tahtadan evlere    bir tek evleri yakmıyor yangın    ve masadaki karanfil de    bir şiire hazırlanıyor yutkunarak yazılacak    karşısında kavaktan alıkonmuş bir sazın    kendi ağıdını yakamayan sazın    paslandığınd...

UYKUSUNDA GÜLÜMSEYENİN TÜRKÜSÜ / Adnan SAYIM

                                  Halkı alenen kin ve nefrete teşvik eden bir yalnızlık bizimkisi                                   Her şeyi dağıtmamız bundan                                   Bundan yaşamayı beceremeyişimiz                                   Bekletmeyi öğrenemeyişimiz                                   Meyveyi dalında unutup çürüten                                   Topraktan başını uzatan kökler misali                 ...

Kırktan Sonra / Çetin ALPAGUT

Bir savaş sonrası kadınım der gibi Öyle benim öyle içim öyle ülkem İçte bir yaraya dem tutar gibi Öyle derin öyle naz öyle kalbim Bir sarhoşluk anı düşmüş aklıma Kapında yağmur içmişim Öyle senin öyle hal öyle sevdam Tam bir yol bulup göz dikmişim kalbine Hançer çekip yer açmışım Öyle emin öyle sessiz öyle yemin Durmadan tekrarlanan hal ile ben Öyle dilek öyle sefa öyle sen..

HUAN DEFTERİ / Aylar ve Mevsimler / Ruhi KONAK

İyi ki ekim var Huan ... kıştan selam alabiliriz artık hüzne alışabiliriz duru bir doğa kurup yağmurdan keyfimizce sevebiliriz… hüzne yaklaştıkça çünkü dünya daralır kardeşim unutkan sarımtırak bir ölüm yaklaşır insana kalbi uçurum cümleleri siyah bir gecede aya alışkın hırçın bir yıldız gibi kıskanç tasarımsız bir iz bırakarak gökten kayabiliriz sebepsiz düştüğümüz yerde ölsek de kedere alışabiliriz bana ekimde bir yer bul Huan... göç edecek kadar yağmuru hissedecek kadar bir yer habersiz kalmayalım kuşlardan böylece çoğalır belki ruhumuzda kına yakan şarkılar şapkasız yürüyebiliriz iyi ki ekim var Huan... iyi ki ekim var güze alışabiliriz

av / Ruhi Konak

                                                                                    I.                                         göğsüme meylet ey…                                         iki kaş arasında ıskalar insan...                                          dünyaya vurulur                                         kanlı düşman gibi gel… saldır        ...

tuz / Ruhi KONAK

                                                                                            KALBİMİN DİKİŞİ AÇILDIĞINDA…                                                  ses değil o… çığlık değil                                                 geceye kan düşmesi…                                                 KIYAMET KOPTU BOŞLUĞUNDA               ...

Üç A‘râf / Ruhi KONAK

I. Yaratıcı, "Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz!" der. Âdem, ilkin bu emri dinler. Sonra kendini mucit kılacak meraktan bir huy icat eder: Günah işler ve cennetten kovulur. Sonra günahtan korkar, günahtan utanır, günahtan vazgeçer, günahtan kurtulmaya kalkışır. Ve fakat dönüp dolaşıp aynı yerde bulunur. Unutur, hatırlar, çatışır, bütün bunların tekrarına kalkışır ki… efsaneler, dinler, destanlar; sataşmalar, kavgalar, savaşlar; dönemler, devirler, çağlar bu kalkışmaların tarihidir. İnsanın icat isteği tuhaf bir çaba mıdır? Değildir elbette. Olmayacaktır da. Zira insanın gelişmesi için yaratılışla zıtlaşması gerekir. Yaratışa karşı kendi iradesiyle, doğru bir idrak geliştirmelidir. Aksi takdirde insan, yaratılışa sıkışmış amaçsız bir tabiattır; icat çabası ile bu amaçsızlığa meyyal tabiatta inkişaf edip, sebebi ispat etmelidir. II. Söylenenlere bakılırsa A’raf,...

KADININ EVVEL ZAMAN SUSKUNLUĞU VE ALİ DÜZGÜN RESİMLERİ ÜZERİNE / Ruhi KONAK

Üremenin cinsellikle ilişkisi hakkında bilgisi olmayan ilkel insan, yaşamın kaynağı hakkında bilinçsizdir. Nereden geldiğini bilemediği gibi nereye gideceğini de bilemez. Bu muammadan kurtulmak için doğadan yansıyana özdeş fikirler üretir: Ona göre yaşam, bilinçli ruh ve yetenekli bedenin çatıştığı biçimdir. Ruh, sürekliliği doğayla buluşturan bilinçtir. Beden, üretkenliği ve yeteneğiyle ruha rahim doğa ve her koşulda dişi olan maddedir. Eril ise – üremeye katkısı bilinmediği için- evrenin kustuğu uçarı bir tutsaktır: Doğası ve doğrusu kendiyle sınırlı, bütünden kopuk, meçhul bir geleceğin komasıdır. İlkel insanın ruh ve madde ikileminde anlamlandırdığı bu varlık metamorfozu, erili yalnızlığa itmiştir. Bu öyküsüz ve tarihsiz bağlamda, güçlü ve yetenekli anaerkil bedene karşı eril beden güçsüz, varlığı nedensiz ve doğa dışıdır. Erilin doğaya eklenmesi yaratılış efsaneleri ile gerçekleşir. Ruhun kaynaksız, erilin neden...

Çetin Çakmakçı Resimlerinde Kent Ve Kentlilik Üzerine Birkaç Söz… / Ruhi KONAK

Kurgusal alanın genişletilmesiyle mümkün olan kent, evren denen büyük modeldeki kaosun, küçük kopyada ortadan kaldırılma girişimidir. Dolayısıyla kentlileşme insan zihninin hicrete yeltenmesi ve aklın evren hapishanesinden kurtulma çabasıdır. Bu nedenle olsa gerek, tarih boyunca medeniyet olgusu kentli insanın vasıflarından sayılmıştır.  Göçebe veya kırsal alanda meşgul görünenler ise çoğunlukla barbar, medeniyet dışı olarak algılatılmıştır. Göçebenin barbarlığını doğallığına bağlayan zihne göre şiddet, göçebenin doğasıdır. Kentlinin şiddet eğilimi ise bir tasarımdır.  Bu nedenle kentleşme veya kentlileşme aynı zamanda şiddetin doğasından kurtulup, şiddeti doğal olarak kullanabilme girişimidir. Kent, organize edilmiş, her şeyin yerli yerine konulduğu veya buna ilişkin çabanın olduğu bir alandır.  Göçebe insanın, peşinde koştuğu kırsal tanrılar, üretimi elinde tutarken; kentli insan, tanrıların sömürücü tehditlerinden bağımsız kalıp, kendi tüketeceğin...